Başlangıç Konumu: Runway
Oyuncular:Sualp -
Müzik
Neon ışıkları, tavanın çatlaklarından süzülen damarlar gibi soluk kırmızıyla yanıp sönüyor.
Betonun altındayız — ama burası şehirden daha canlı.
İstanbul’un kalbi yukarıda atıyor olabilir, ama ruhu çoktan buraya, bu yeraltı tünellerine sızmış durumda.
Runway, o ruhun yankısı.
Bir zamanlar trenlerin geçtiği, şimdi ise sessizlik ve müzik arasında gidip gelen bir boşluk.
Masalar, eski peronların üzerine yerleştirilmiş.
Rayların izi hâlâ belli — kimse kaldırmadı, çünkü kimse geçmişi tamamen silmek istemedi.
Her köşede başka bir nefes, başka bir sır.
Bir masada iki kişi başlarını birbirine eğmiş, fısıltılarla anlaşmalar kuruyor.
Diğerinde, ellerinde kadehlerle birbirine gülümseyen ama gözleriyle savaşanlar var.
Köşedeki aynanın karşısında, yüzünü defalarca değiştirmiş biri kendi suretini inceliyor.
Burada herkes bir parçasını gizler, bir parçasını da bilerek gösterir.
Ben genelde ortadaki masanın arkasında olurum.
Eskiden makinist kabiniymiş burası; şimdi kırmızı ışığın altında küçük bir merkez gibi.
Masamda eski bir ray haritası durur — solmuş, kenarları yırtılmış, ama benim için hâlâ kutsal.
Çünkü bu tünellerin her biri bir anıya çıkar.
Ben Runway’i inşa etmedim; o zaten vardı.
Sadece yankısını duydum ve dinlemeyi bildim.
İlk zamanlar burası bomboştu.
Sadece pas, yankı ve birkaç fare.
Ama bir yerden sonra yabancılar geldi.
Bazıları meraktan, bazıları kaçacak yer kalmadığı için.
Kimi geçmişinden saklandı, kimi geleceğini satmaya geldi.
Ben hepsine aynı şeyi verdim: bir masa, bir ışık ve konuşma hakkı.
Runway’de kimse sessiz kalmak zorunda değildi, ama herkes dikkatli olmalıydı.
Çünkü burada atılan her kelimenin yankısı duvarlarda kalır.
Biraz ileride devasa bir daire var.
Eskiden rayların birleştiği dönemeçmiş — şimdi bir diskoya dönüşmüş.
Tavan boyunca dönen ışıklar, paslı metalin üzerinde parlıyor; her titreşimde duvarlar nefes alıyor sanki.
Bas, kalp atışı gibi yankılanıyor; müzik kimsenin sesi değil, herkesin yankısı.
Yabancılar pistte kaybolurken, hareketleri ve enerjileri birbirine karışıyor; bir ritim, bir gölge, bir fısıltı hâline geliyorlar.
Burası bir dans alanı değil, itiraf yeri.
Ne söylendiği değil, ne saklandığı duyuluyor burada.
Yukarıda şehir çürürken, aşağıda ritim hâlâ yaşıyor.
Kapıdaki güvenlikler, yıllardır aynı adamlar.
Bazılarını ben bile unuttum, ama onlar beni hep tanır.
İsimleri yok, gerek de yok.
Biri bana bakar, başını hafifçe eğer.
Ne selam, ne saygı — sadece sessiz bir tanıma.
Burada herkesin geçmişi birbirine dokunur, ama kimse bunu yüksek sesle söylemez.
Bazen bir yabancı gelir.
Yüzünde kaybolmuş bir ifadenin kalıntısı vardır.
“İçeri girebilir miyim?” diye sormaz.
Benimle göz göze gelir, ve ben bilirim.
Runway onu çağırmıştır.
Ben sadece kapıyı açarım.
Gecenin ilerleyen saatlerinde, müzik yavaşlar.
Işıklar solgunlaşır, hava ağırlaşır.
Bu, Runway’in kalp atışıdır.
O anlarda herkes, ister tanıdık ister yabancı olsun, aynı sessizliğe gömülür.
Bir kadeh sesi yankılanır, bir nefes verilir, sonra her şey yine dengeye döner.
Ben arkamdaki duvara yaslanırım, çakmağımı çeviririm.
Üzerinde hâlâ kazınmış o isim durur —
Durur mu gerçekten?
Gözlerim harflere takılıyor, ama satır kayıyor.
Bir harf diğerine karışıyor; k mi o, yoksa r?
Bir an odaklanıyorum, sonra her şey eğilip bükülüyor.
Sanki metalin yüzeyi nefes alıyor, kelimeler kaçıyor elimden.
Okumaya çalıştıkça bulanıklaşıyor, harfler birbirine çarpıyor,
ta ki hiçbir anlam kalmayana kadar.
Ne yazıyordu burada?
Boğazımda bir düğüm, başımda bir uğultu.
Elim titriyor, parmaklarımda o eski soğukluk.
Birden çakmağı kapatıyorum —— “Yeter,” diyorum içimden, ama kime dediğimi bilmiyorum.
Bir süre öyle kalıyorum, nefes almayı unutmuş gibi.
Sonra pes ediyorum.
Çakmağı cebime koyup, arkamdaki köşeye geçiyorum.
Orası her zamanki gibi loş, güvenli, sessiz.
Oturuyorum. Ellerim dizlerimde, gözüm kalabalıkta.
Müzik yeniden yükseliyor, ışıklar dönüyor, yüzler geçiyor önümden.
Ben izliyorum sadece —
çakmağın üstündeki o ismi
ve hatırlayamadığım her şeyi düşünerek.
