1. sayfa (Toplam 1 sayfa)
Kadim Buluşma
Gönderilme zamanı: Pzt Eki 13, 2025 1:13 pm
gönderen Serap
Tur Süresi: N/A
Başlangıç Konumu: Kadiköy'de bir gecekondu
Oyuncular: Eflatun, Serap
Kadim Buluşma
Ellerini montunun cebine sokarak, sert betonda çizgilerle belirlenen karelerin içine basmadan yürüdü. Sahi, üzerine daha önce pek düşünmemişti ama, bu saçma takıntıyı ne zaman ve nerede kazanmıştı acaba? Hayal kırıklığına uğramış bir ifadeyle başını eğip kendini içten içten azarladı. Kadim arkadaşları burada olsa, onunla dalga geçerlerdi. Ama yoktular ve bu görevi kendi kendine üstlenmişti.
Bu, tam olarak onun suçu da sayılmazdı aslında. Ayakları, betonun grisine değil toprağın koyusuna alışıktı. Kafasını kaldırıp alaycı bir ifadeyle etrafında yükselen kaba görüntüyü bir kez daha inceledi. Belki yerdeki çöpler, çatlak yollar, fütursuzca yan yana dizilen ve konserve kutusu kadar küçük evler olmasa, önünde uzanan sarı taşlı bir caminin güzel görünebileceğini düşündü. İnsanların, yaşanacak onca yer varken, belli başlı yerlerde kalabalıklaşıp sonrasında da bu üstün sayılarıyla bile işleri nasıl batırdıklarını anlayamıyordu. Bir zamanlar şehirleri korumak için inşa edilen taştan surları ve ekmekle bitmez tarlaları hatırladı. Artık hiçbir şeyi tanımıyordu ve bu, aidiyet hissini yitirmesine neden olmuştu. İyice öfkelendi; üstüne bastığı asfaltı paramparça ettiği paralel bir dünyayı kafasında canlandırdı.
Tabi bunlardan çok daha kötüsü de vardı. Televizyon denen o illet örneğin. Etrafında olanları değil, başka yerlerde olanları gösteren ilginç bir büyüydü. İnsanlar ve vampirleri ekranlar, internet, her türlü hızlı iletişim yolları ve mekanik taşıtlar uyalıyordu. Bir zamanlar belli başlı kişilerin uygulayabildiği ve ağızları her seferinde açık bırakır büyüler; farklı bir gerçeklikte ve her yerdeydi. Başını salladı ve işin bu kısmını şimdi burada yeniden düşünmemeye karar verdi. Montunun altında mavi, kedi motifli bir bluz vardı. Bir seferinde, kadının biri yolda yürürken onu durdurarak 'ne tatlısın sen öyle' diyerek, annesi nerede diye sorduğunda da aynı bluzu giymişti. Altında, iki cepli ve üzerinde salaş duran, esnek bir pantolon vardı. Daha yeni yeni renk kazanmaya başlayan minyon bedeni, az sonra yere yığılacak gibi duruyordu.
Uyumsuz merdivenlerle yukarı tırmanan, dar bir patikadan geçti ve tepeden esen meltemi yüzünde hissetti. Daha önce İstanbul'un bu bölümlerini gezmemişti. Pek bir şey kaybetmediğini düşündü. Sonunda, eski kemerli bir binanın önünde durdu ve etrafını paranoyak bir bakışla süzdü. Benzer bir hissi, en son İtalya'da hamur işleri yapan bir mekanda yaşamıştı. Çağrıldığı yerlere gitmeyi pek sevmezdi. İtalya'daki olayı hatırlamaya çalıştı, ama yeterince önemli olmayacak ki, hatırlayamadı. Sonunun kanlı bittiğini anımsıyor gibiydi sadece, ama pek tabi öyle olmamış da olabilirdi. Montunun kapüşonunu başına geçirirken, tavırları dışarıdan pek de bir çocuğu anımsatmıyordu. Çocuk gibi davranmakta pek iyiydi halbuki.
İstanbul'a geldiği ilk günlerde, bir kahvehaneye oturup yaşlı bir grup amcadan tavla öğrenmişti. Bir şehirde geçirilen en güzel zamanlar, şehre alıştığınız zamanlardı. Farklılıklar normalleştikçe, hepsi birbirinin aynısına dönüşüyordu. Tavlayı öğrenmeyi, oynamaktan daha çok sevmişti. Vampirlerin insanlardan daha iyi yapabildiği bir şey varsa, o da yürünen yolun, varmaktan daha önemli olduğunun bilincinde olmaktı. Bunu öğrenecek uzun yılları oluyordu. Pek çok yaşlı vampir, yapacak bir şey bulamamanın sancısıyla yüzleşip bir noktada bunalırdı. Serap için bu böyle değildi; bir şeyler yapmaya duyduğu isteği yıllar ondan çekip almamıştı henüz. Oysa pek çok vampir, hayatın döngüsüne kendini bırakıp, oldukları yerde yıllar geçerken bunun farkında bile olmazdı. Geriye dönüp baktıklarında, ölümsüz yılların boşa gittiğini düşünmek kadar kötüsü yoktu. Böyle durumlarda, birçok ölümsüz yılınızın daha olacağını düşünmek size neşe vereceğine içinizi burkardı. Ne de olsa ölümsüzlük denen şey koca bir yalandı; her vampir öyle ya da böyle bir noktada ölüyorlardı. 'Ölümsüzlüğü' bir lanet sanıyorlardı, oysa tek lanetleri, hayatlarını ölümsüz sanmaktı. Yaşamak, küçük şeylerin bile farkında olmaktı Serap için. Belki de binlerce yılı, bir kahvehanede tavla öğrenebilmek için yaşamıştı; ve bunda küçümsenecek bir şey bulamıyordu. Bulanları da anlayamıyordu.
Minik ellerini pervasızca tahta kapıya yerleştirdi, ve içeriye doğru iterken kapının gıcırtısına pek takılmamaya çalıştı. Burası terk edilmiş bir gecekondu dairesini anımsatıyordu. İçerde herhangi birinin varlığını sezmedi. İçerisi, tepede loş bir ışık vererek ambiyans yaratan birkaç ampulden başka pek bir şey yoktu. Koridoru geçerek, evin arka kapısından dışarı çıktı. Alelacele düzenlenmiş gibi duran minik bir bahçe, oldukları küçük tepenin altında kalan manzarayı gözler önüne seriyordu. Burası, İstanbul Boğazı'na bakıyor gibiydi. Ama ışıklarla parlayan apartmanların görüntüsü ve yakındaki bir ana yoldan gelen arabaların gürültüsü, manzaranın keyfini hafif bozuyordu. Serap, tahta iskemleyi manzaraya yakın bir yere doğru çekiştirdi ve oturdu. Cebinden çıkardığı bir dal sigarayı ağzına götürdü ama yakmadan bekledi.
Re: Kadim Buluşma
Gönderilme zamanı: Pzt Eki 13, 2025 3:37 pm
gönderen Eflatun
Kadıköy'e her geldiğinde düşündüğü o hikayeyi yeniden zihninde tekrarladı.
İmparator Konstantin görkemli şehrini kuracağı yere karar vermekte zorlanmaktadır. İznik ciddi seçeneklerden birisidir, Hristiyanlığın kalbi orada atar ve İpek Yolu bölgenin yakınından geçer. Hemen yanındaki göle bakan tepeden dünyanın en güzel günbatımı manzarası izlenir. Fakat başka seçenekler de yok değildir. Belki de şehrini Anadolunun kalbine, denizden uzağa kurmalıdır. Ya da bir boğazla ayrılmış, denizcilerin uğrak mekanı İstanbul'a. Kaderi bir kahin belirler. Romalılar diğer pek çok şey gibi, önemli yol ayrımlarında kararı Kahinlere bırakmayı da Yunanlılardan öğrenmişlerdir. Kahin'in sözleri açıktır. "Git! Körler Ülkesinin karşısında, şehrini kuracağın yeri bulacaksın!" İmparator bu sözlere o anda anlam veremese de bu sözde Körler Ülkesini aramak için yolculuğuna başlar.
Gemi ile Marmara Denizinde yolculuk yaparken, yolu Boğaz'a düşer. Bir Boğaz'ın yanındaki, bugünlerde tarihi yarımada olarak anılan yere bakar. Ormanlarla kaplı, Haliç'in kıyısındaki bomboş ve korunaklı bir alan. Bir de karşısındaki yerleşim yerine bakar, Kadıköy'e. Burası insanların yüzlerce yıldır yaşadığı bir denizci kasabasıdır. Her yandan denizciler yahut Asya ve Avrupa arasında mekik dokuyanlar, bu kasabadan geçer, kasabanın orospularını ve içkilerini tadarlar. Hemen karşıdaki bölge hem İstanbul'u hem boğazı hem de karşısını en iyi şekilde görürken, Kadıköy'ün hem kendi güzelliği hem de açısı sebebiyle manzarası oraya kıyasla gölgede kalır. Kafası karışır. Fakat en sonunda kararını verir. Böylesine cennet gibi bir yer dururken bugün Kadıköy denilen yere yerleşmeyi seçmiş olanlar, ancak körler olabilir der. İşte burası kahinin bahsettiği Körler Ülkesidir. Kendi ülkesini, sonrasında Roma'nın ve Osmanlının başkenti olacak dünyanın gözbebeğini, Konstantinapolisi Kadıköyün tam karşısına kurmaya, böylece karar verir.
Kendi anlatımıyla süslediği bu hikaye onu her seferinde eğlendiriyordu. Kadıköy bugün, belki de burayı görmeden önce bu hikayeyi dinlemiş olması sebebiyle, ona hala o günkü Körler Ülkesi gibi gelirdi. Piercingli yahut dövmeli insanlar, moda dedikleri şeyin sınırlarında dolaşanlar, apartmanların boş yüzlerine çizilmiş devasa resimler... Kadıköy bunlarla tarihi olmasına rağmen bakımı hiç yapılmamış çeşmelerin, çürümeye bırakılmış görkemli binaların, kavganın, sarhoşluğun, seksin, bağımsız tiyatrolarla yeni kurulmuş metal gruplarının bir senteziydi. Günümüzdeki Brujahların İstanbul'daki merkezi olması da bu açıdan anlamlıydı. Polis kalkanlarına fırlatılan taş işte bu kaldırımlardan sökülürdü, işte bu çöp kutularının içi en güzel yanardı geceleri ve kan bu yağmur mazgallarından en iyi akardı.
Eflatun'un keyfi için fazla hareketli, fazla gösterişli, gerçek estetik yahut entelektüel değerden yoksun ve bunların taklitleriyle dolu. Tam da Toreadorların bayılacağı türden bir yer! Brujahlar için üzüldü. Klanının kaderini çizen o kişiye içten küfürler etti. Fakat şimdi bunları düşünecek zaman değildi, bir iş için buradaydı. Ona bir adres ve saat belirtilmişti. Bu operasyon adına önemli birisiyle görüşecek olmalıydı. Karşısındaki kişiye göre kendini tanıtabileceği farklı kişilikleri geçirdi aklından, karşısındaki kişiyi gördüğü gibi hangisini seçmesi gerektiğini bilecekti. Buradaki işlerde elinden geldiğince yardımcı olmak istiyordu, bu yüzden de iyi bir intiba bırakmalıydı, yani kendisine pek de benzememeliydi. Bunu yapmakta maharetliydi de.
Tam doğru saatte oraya vardı, hatta adımını kapıdan içeriye doğru atmak için ayağını kaldırdığında, bahsedilen zamanda hala 7 salise kadar vardı. Eflatun zamana ve onun akışına en hakim olanlardandı, belki de en hakim olandı. Fakat adımını içeriye atıp o adamı gördüğünde, bütün zaman algısı dağıldı. Sanki seneler öncesindeydi, asırlar öncesinde. Bir ilüzyonun içerisinde olup olmadığından emin olmak için zihnini tüm gücüyle açtı ve algılarını yokladı. Bu şekilde kandırılıyor olması mı yoksa gördüğünün gerçek olması mı daha muhtemeldi emin değildi.
Şaşkınlığını saklamaya çalışmadı. Demek oydu. Bu plana olan inancını arttırıyordu tabii, daha planın ne olduğunu bilmeden. Fakat çıkabilecek problemleri de şöylece bir tarttı, beyni her zaman bütün seçenekleri göz önüne almadan duramazdı. Fakat şu an olan bu planın üstünde bir andı. İkisinin bir araya gelmesi, kadim bir buluşma! Kendini toparladı. "Gerçekten sen ha... Artık kendime Eflatun diyorum bu arada." Dimdik durup onun kalkmasını bekleyerek sağ elini uzattı. Sol eli boşta salınıyordu. Günümüz insanları için bu yalnızca bir alışkanlıktı, bir çeşit tanışma ya da görüşme merasimi. Onlar için şu an bu bir güvenlik protokolüydü. Ellerinde bir şey tutmuyordu. Bu bir tuzak değildi, iyi niyetliydi. Tuzağa düşenin kendisi olmadığını umut etti. Zannetmiyordu, bunu ondan beklemiyordu. Sadece... Zaman herkesi değiştirirdi ve konu bu kadar yaşlı Kandaşlar olduğunda, hiçbirine gerçekten güvenilemezdi.
Re: Kadim Buluşma
Gönderilme zamanı: Pzt Eki 13, 2025 7:29 pm
gönderen Serap
Çok uzun bir süre beklememişti. Beklemediği bir diğer şeyse, karşısında o'nu bulmaktı. Kendi duruşunda küçük bir dalgalanma hissetti ki bu, uzun bir zamandır yaşamadığı bir hissin habercisiydi. Boş ve düşüncesiz bakışlarının yerini, şaşkınlık ve nostalji almıştı. Tabi biraz da korku; ki hemen sonra bu duygunun onda yaşıyor olduğu hissini hatırlattığını fark edip sevindi. Böylesine ıssız bir yerde iki kişi olup da ona korkuyu anımsatacak pek bir vampir tanımıyordu. Hoyratlığın yerini temkin, cevapların yerini ise başka sorular aldı. Ayağa kalkarken, ağzında anlamsızca duran sigara dudaklarının arasında asılı kaldı. Kendine uzanan eli anında yakalamıştı. Çocuk bedeninden beklenmeyecek bir güç ve deneyimle kandaşının elini sıktı.
Demek kendine Eflatun diyordu. Kendi gibi o da ismini gizlemişti. Onun yaşında vampirler için bunun mecburiyetini iyi biliyordu. Olanlar için gençleri de suçlayamıyordu. Herkes kendi ailesinden gördüğünü bilirdi. Bencil, duygusuz ve güç hırsında olan babalar varken, evlatlarının da bencil, duygusuz ve güç hırsında olması beklenebilir oluyordu. Gerçi bu yorumu yapmaya pek hakkı da yoktu; o, özgürlük sanılan şeyin nasıl olduğunu bir süre de olsa görüp, en azından o haliyle beğenmeyenlerdendi.
Tanıdık ve tecrübeli bir kandaş ile aynı yerde duruyor olması içini rahatlatmıştı, ama güven denen şeyi çok küçük yaşlarda kaybetmişti Serap. Herkese en az biraz şüphe duymadan hayatta kalmak mümkün olmuyordu. Bu da aslında etraflı düşününce trajik bir konuydu. Vampirler, masumiyetten uzak canlılardı.
Eflatun'a oturması için iskemleyi işaret etmeyi düşündü, ama bunun kibar olmayacağını düşünerek vazgeçti. Normalde olduğundan en azından bir tık daha samimi olabileceği hissiyle göğsü kabardı. "Eh, böylelikle kafamdan isim sıkmaya da gerek kalmadı." Diye takılarak, yılların yarattığı buzları hafiften kırmaya çalıştı. İskemlelerden birine oturdu. Bir sebepten, İstanbul'un manzarası bir tık daha iyi görünmüştü gözüne şimdi. Kim demişti, eski bir arkadaştı sanki... 'Nerede olduğundan ziyade, kimlerle olduğun' gibi bir şeydi. Sözün gerisini hatırlayamadı.
Şimdiden, aklından onlarca fikir geçmişti. Bu karşılaşma, yapılabilecekler ve olasılıkları ikiye katlamış gibi hissetmişti, ve bir an bu düşüncenin altında ezildi. "Ben de kendime Serap diyorum." Diye açıkladı.
Nerede olduklarını hatırlayınca ağzı alaylı bir ifadeyle kıvrıldı. Eski bir dilden konuşmaya devam etti; unutulmuş bir dilden; konuştuğu ilk dilden. Lisanı değişirken karakteri de değişmiş gibi hissetti. Bu, içinde bir aidiyet duygusu yaratıyor, olduğu kişiyle bir dirhem daha yakın hissettiriyordu kendi kendini. "Tanışmak için de amma garip bir yer doğrusu," Dedi. Çılgınca bir fikir önerecekmişçesine heyecanla dudakları bir kere daha açılmışsa da, kendini durdurdu ve Eflatun'un konuşmasına izin verdi.
Re: Kadim Buluşma
Gönderilme zamanı: Sal Eki 14, 2025 2:40 pm
gönderen Eflatun
Serap... Bu yeni isme alışmakta zorluk çekmeyecekti. Serap hakında ne düşündüğünden emin değildi. Aralarında olup biten ve yalnızca aralarında kalmayıp bütün Dünya'nın kaderini teyin eden bütün o şeyler... Aileleri hakkında tarih kitapları yazılabilirdi -belki yazılmıştı da-. Bu düşünce sırasında doğru noktayı yakalamıştı, aile. Onlar kandaşlardı, hem de bu ikisi, en acımasız, en gaddar, en korkunç olanlarından. Birbirlerini sevmezlerdi, birbirleriyle iyi geçinemezlerdi de. Aralarına bin bir dava girmişti ve birbirlerine güvenmemek için yüzlerce sebepleri vardı. Fakat eninde sonunda, bir Kandaş'ın ailesi işte böyle bir şeydi. El sıkıştıktan sonra kendisine bir sandalye çekip karşısına oturdu. En azından güvende gözüküyordu, bu bir tuzak olsaydı çoktan harekete geçmiş olmalıydı, o daha kafasını toparlayamadan. Bu, yalnızca bir tesadüf olmalıydı, kaderin güçlü iplikleri birbirlerini çekerdi. Onları bu göreve sürükleyenlerin de bu işte parmağı vardı hiç şüphesiz.
"Tanışmak için de amma garip bir yer doğrusu," Başka şeyler de söyleyecek gibiydi. Sanki biraz heyecanlıydı. Onun kişiliği de böyleydi işte. Eflatun'un zaman zaman içinde yaşadığı heyecanlar ve gitgeller dünyası, Serap'ın gerçekliği, kendini dışavurumuydu. Bu onları zıtlaştıran özelliklerden birisiydi, Eflatun'un katı soğukluğu ve mantıkla örülmüş duvarlarına karşılık Serap'ın içten, sıcak ve ateşli dalgaları. Bu dalgalar sürekli olarak kendi duvarlarına çarpar, kimi zaman aşar, kimi zamansa aşamazdı.
Takdir etmese de, Serap'ın yöntemlerinin genellikle çalıştığını, onun becerisini bilirdi. Bu plan gerçekten işleyebilirdi. Serap, kendisi ve o... Belki henüz bilmediği başkaları da. Bu şehrin sahnesinde kıyamet sergilenecekti ve başrollerden ikisi bugün burada karşı karşıyaydılar. "Eh, bizim adımıza seçimler yapılıyor, bu bile başlı başına garip bir fenomen. Edilgenlik! Aman, üzerimize çok yapışmasın. Her neyse... Sana yardımcı olabileceğim söylendi, bütün bunların arkasındaki zihin, en azından buradaki işlerin yürütücüsü, senmişsin. Uygun bir seçim ha. İddialı. Bu mukaddes ve engebelerle dolu yolda, eksiğin ne? Güçlerimle karanlığım nasıl doldurabilir planının boşluklarını?" Konuyu hemen işe getirmişti. İkisi hakkında konuşmak, aileleri hakkında, ya da olanlar ve eksikler... Kendisini az şey korkutabilirdi.
Re: Kadim Buluşma
Gönderilme zamanı: Çrş Eki 15, 2025 8:10 pm
gönderen Serap
Hızlıca konuya girileceğini adı gibi iyi biliyordu. Tarihin karanlık sayfalarında unutulan bir ad. Yine aynı sayfalardan unutulan ve silinen hikayeleri biliyordu. Ama onaları anlatmak için zaten doğru bir milenyumda değillerdi. Serap'a kalsa, bunları konuşmanın bir anlamı zaten yoktu, ne olanın ne de bitenin değişmesinin bir yolu vardı. Zamana krallar gibi hükmedebilenler bile bunu yapmamıştı, belki de yapabiliyor olsalardı bambaşka bir gerçeklik yaşanıyor olurdu; ve Serap hangi gerçekliğin daha iyi olacağını öngöremiyordu. Nihayet ağzında bir süredir asılı kalan sigarayı yakmaya karar verdi, ama bu minik ateş istifini bile bozmamıştı. Pek bir şey hissetmiyordu bu sigaradan, ama tezat şeyleri pek severdi. Ağzında yanan bir sigara olması, çocuk bedenine büyük bir tezat oluyor gibi hissediyordu.
Gözlerini kıstı ve kısa bir an düşündü. "Doğrusu, karşımda seni bulmayı beklemiyordum. Ama bu, yapılabilecek şeyleri artırıyor." Dedi. Yalan söylemiyordu. Eflatun'la birbirlerine güvenmedikleri bir sır değildi; ne kadim yıllar ne de aralarındaki kan bağı bunu sağlayamamıştı. Yine de, ona güvenebileceğini düşündüğü birkaç şey vardı. Serap, onun niye böyle bir yolda yürüdüğünü bilmese de, tam da böyle bir yolda yürüyebilecek biriydi Eflatun. Ona zarar verecek bir şey yapacağına inanmıyordu. Bu da, onun denginde bir yol arkadaşı demekti, ve şu ana kadar yaptığı tüm planların ötesinde işler başarabileceklerini hissettiriyordu.
"Yapılacak çok şey olduğu kadar, çok az da zaman var." Diye anlatmaya başlarken, gözleri uzaktaki bir ağacın yapraklarına takıldı. Konuşurken bir yandan da 'ne garip, her mevsim aynı yerde açıp aynı yerde solmak.' diye düşünüyordu. Konuyla ilgisi yoktu. O ağzını açtığında kimse aklından neler geçtiğini bilmezdi. Bu onu gizemli kıldığı kadar tahmin edilmez kılıyordu. Belki zayıf bedeni, belki bu bedenin göze yansıyan yaşı, belki de tavırlarıydı onu yaşındaki pek çok vampire kıyasla pek daha iyi gösteren. İnsanlığın izleri ruhunun derinliklerinde saklıydı; hatta pek çok genç vampirden de daha insancıl duruyordu. Gerçekten bu kadim yıllar insanlığını ondan almamış mıydı, yoksa böyle davranmak bir sebepten işine mi geliyordu? Oysa onun da akıl almaz günahları olacaktı. Ağzından çıkan her cümle, yüzleri ve binleri, belki milyonları etkileyecekti. Verdiği savaş neyse, iyi ya da kötü birileri ölecekti belki. Bunun ağırlığını daha şimdiden içinde hissetmişti; içinden bir ses bazı şeylerin bir daha eskisi gibi olmayacağını söylüyordu.
"Her kardeş ya bir dost, ya bir düşman bu yolda." Dedi. "Dostu yanımıza çekmek, düşmanı birbirine kırmak, bazen dostu düşmana düşürmek... Bu savaşa hepsi lazım. Setitler ve Giavanniler, elbet vardır bir fiyatları. Önce öğren, sonra ödeyip ödememek sana kalmış." Diye devam ederken, gözleri bu kez Eflatun'a kilitlendi. Keskin bir kararlılık ve mutlak bir arzu vardı bu gözlerde. Bir yönetici gibi durmuyordu, hayır. O bir savaşçıydı, atacakları her bir adımı ince eleyip sık dokuyan bir savaşçı. Bu gözler Eflatun'a güven mi veriyordu yoksa kaygı mı? Saygı mı uyandırmıştı, yoksa başka bir şey mi? Umursamadan anlattı.
"Toreador'lara gelince... Senin zevklerini de güzel tatmin ederler, ne dersin?" Diye devam ederken, izmaritinin arkasına şirin parmağıyla vurup, çıkan külün sağa sola dağılmasını izledi. "Tzimisce'lerin bunakları da gelecek olandan habersiz uyuyorlar hala. E bir dürtmek lazım Şeytan'ı şimdi sanki.' Dedi. "Şu Yekler'e de bir bakarsın neymiş ne değillermiş. Kalanı da bende.'
Re: Kadim Buluşma
Gönderilme zamanı: Cmt Eki 18, 2025 7:05 pm
gönderen Eflatun
"Doğrusu, karşımda seni bulmayı beklemiyordum. Ama bu, yapılabilecek şeyleri artırıyor." İhtimaller okyanusunun ikiye katlanması ikiliyi olasıkları zihinlerinde evirip çevirmeye itmişti. İkisinin bir araya gelmesi! İstanbul'daki tesadüfler zincirinin -ki tesadüf diye bir şey elbette ki yoktu, birilerinin planları, şu ya da bu kişilerin- son halkası. Bunların da arkasındakileri, Eflatun ve Serap'ı bir araya getirebilen gizemli ve mistik eli düşündü. İçinde oldukları oyunda kendisini baş aktör sanan piyonlarla doluydu bütün dünya. Eflatun bu hataya, bin yıllık kibrinin bataklıklarına düşmeyecekti. Bu işe girmiş olabilirdi, fakat tedbiri elden bırakmayacaktı, ömrünü bu huyuna borçluydu. Serap'ı ve bunca yıldır neler yaptığını daha iyi araştırmaya karar verdi, doğru kulaklardan istenecek bilgiler, karşılığında ödenecek fısıltılar.
"Yapılacak çok şey olduğu kadar, çok az da zaman var." Bu plan öyle uzun süredir işliyordu ki, gerçekten önemi olan herkes her şeyin farkında olmalıydı. Burayı izliyor olmalıydılar, adamları etrafta sorular soruyor olmalıydı. Serap'a şöyle bir baktı. Onun hakkında söyleyebileceği pek çok kötü şeyin arasında, dikkatsizlik ya da beceriksizlik yoktu. Yanlış bir şey öğrenenler ölmüş olmalıydı, burada olanların gerçek doğası ortaya çıkmış olsaydı Serap ortaya çıkan bu gerçekle beraber yerin bin kat dibine gömülürdü çoktan. Oynadıkları çok büyük bir oyundu, en büyük oyun! Fakat şüphe kuşkusuzdu. Vatikan'ın mühürlü pencerelerinden, Fransa'nın süslü saraylarına, Sovyet döneminden kalma fabrikalardan İngiltere'nin şatolarına kadar her yerde konuşulmuş olmalıydı bu. İstanbul! Tüm dünyanın kalbinin hep bir ağızdan burada attığını önce düşündü, sonra kendini bir anlık kaptırarak tecrübe etti.
"Her kardeş ya bir dost, ya bir düşman bu yolda. Dostu yanımıza çekmek, düşmanı birbirine kırmak, bazen dostu düşmana düşürmek... Bu savaşa hepsi lazım. Setitler ve Giavanniler, elbet vardır bir fiyatları. Önce öğren, sonra ödeyip ödememek sana kalmış. Toreador'lara gelince... Senin zevklerini de güzel tatmin ederler, ne dersin? Tzimisce'lerin bunakları da gelecek olandan habersiz uyuyorlar hala. E bir dürtmek lazım Şeytan'ı şimdi sanki. Şu Yekler'e de bir bakarsın neymiş ne değillermiş. Kalanı da bende." Söylenmemiş olanları anladı, fakat hoşlanmadı. Çok fazla şey buna bağlıydı, bu sorumluluğa. Eflatun'u gördükten sonra Serap planını değiştirmiş, planının cüretini arttırmış olmalıydı. Hepsi ha...
"Ele geçir, ve kontrol et. Bu sen ve ben gibilerin dahi elinde olmayan bir güç. Fakat hep beraber... Evet mümkün olmalı. Fakat gidecek olanın yerine birisi seçilmeli, bu kişinin doğru kişi olması elzem. Hepsine söz verip sonra yalnızca birininkini tutarsak ele geçirebiliriz, fakat kontrol edemeyiz. Doğru sözler verilmeli. Ve kabul edilebilecek birisi. Bu kişiyi bulmak konusunda sana güveniyorum. Bizimle alakasız birisi olmalı, mümkünse bizi bilmeyen. Umut ediyorum bu kişi çoktan hazırdır, eğer değilse de, elimizi çabuk tutmalıyız." Planın bütün detaylarını, öngörülebilecek bütün problemlerini şöyle bir gözden geçirmeye kalktı. Yıllarca mantıkla eğittiği beyni için bu gülünçtü, bu imkansızdı. Fakat kendisi gibi kişilerin bir araya gelmesi neleri mümkün kılar bilmiyordu, bu hiç denenmemişti, fakat inanmayı seçti. Belki de hayatında ilk kez. Mantığını, bir kenara koydu. Ne olacaktı ki mantığı ona öleceğini söylese. Ölecekti işte, eğer gereken buysa. Zira denememiş olmak ölümden daha beterdi.
ben bu çağdan bir kere de şerefimle geçeceğim
lazım gelen gülleri göğsüme gömerek
İç geçirdi. "Çok vakit kalmamış olmalı geriye. Yavaş yavaş, güvenli adımlar atmayı göze alamayız. Vakit artık aleyhimize işliyor. Tiktaklar kulağımda çınlıyorlar. Onlara planı açığa çıkarma fırsatı vermeden, harekete geçmeliyiz. Bir sene derim bana soracak olursan, belki birazcık daha uzun. Net bir şey söyleyemez benim zihnim bile sana." Şöyle bir gözlerini kapadı. Kendisini olasılıkların arasına bıraktı. Zaman ilerlemiyordu, yalnızca tek bir ana sığan, mümkün olan her şey! Zihni patlayacak gibi oldu. Gözlerini açtı. Bu normal birine yalnızca bir göz kırpması gibi görünürdü. Muhtemelen Serap bunun arkasındaki gerçeğin farkındaydı. "Bir Archon gelecektir, er ya da geç. Onları buna mecbur bırakacak yapacaklarımız. O gün geri sayım yalnızca bizim için değil onlar için de başlayacak. Belki de bizzat Justicar, belki Archon'dan sonra, belki de direkt. İşleri yavaşlatmak için diğer şehirlerde de dikkat çekildiğinden emin olacağım. Daha uzaklarda. Yine de... 1 seneden biraz daha fazla, ne yaparsak yapalım. Biraz geç olmuş gelişim, fakat gücüm yettiğince, beyhude olmaması için çabalayacağım."
Re: Kadim Buluşma
Gönderilme zamanı: Pzt Eki 20, 2025 8:48 pm
gönderen Serap
Serap, konu derinleştikçe, gecenin üzerine daha bir çöktüğünü hissetti. Bir zamanlar ondan büyüklerin ağzından dökülenler hayatını şekillendirirken, şimdiyse onun ağzından dökülenler geceye yol verecekti. Boğazın derin sularında parlayan ışıklar hangi evden yansıyordu, diye sordu kendi kendine. Hangi rüzgar dalgalandırmıştı körfezi; ve hangi sandal devrilecekti bu kızgın sularda? Hangi vakitte dönüşmüştü bu sokaklar, bunca ışık, apartman ve asfalt? Dünya yeşilken bile yaşaması zordu bu ölümsüzlüğü, şimdi kim müstehak görmüştü bu yalandan yılan hikayesini ona? Aydınlanmak için ampula, yürümek için betona, barınmak için kutu kutu apartmanlara ne zaman ihtiyaç duymuştu insanoğlu? Rutinlerin içinde kaç hayat yitip gitmiş olmalıydı; sessizce doğup sessizce ölmüştü bir çoğu, bile bile öleceğini. Hangi amaca ve kime hizmet ettiğini bilmeden üstelik. En önemlisi, sayıları arttıkça yozlaşan kandaşları düşündü! Her şeyi bilecek kadar yaşamalarına rağmen, nasıl olur da izin vermişlerdi böylesine bir yalanın gerçeğe dönmesine? Bu dünya herkese yetmiyor muydu? Nasıl olur da akıllanmamışlardı, onca seneye rağmen...
"Ele geçir, ve kontrol et. Bu sen ve ben gibilerin dahi elinde olmayan bir güç. Fakat hep beraber... Evet mümkün olmalı. Fakat gidecek olanın yerine birisi seçilmeli, bu kişinin doğru kişi olması elzem. Hepsine söz verip sonra yalnızca birininkini tutarsak ele geçirebiliriz, fakat kontrol edemeyiz. Doğru sözler verilmeli. Ve kabul edilebilecek birisi. Bu kişiyi bulmak konusunda sana güveniyorum. Bizimle alakasız birisi olmalı, mümkünse bizi bilmeyen. Umut ediyorum bu kişi çoktan hazırdır, eğer değilse de, elimizi çabuk tutmalıyız."
Evet çabuk olmalılardı. Bu vaziyet, içinde çırpındıkça battıkları bir bataklığa benziyordu ve isimlerini bile bilmedikleri kişiler bu çamuru kurudukça daha da bir ıslatıyordu. "Biri var. Çok fazlasını bilmeden, sorgulamaması gerektiğinin de farkında olan birisi." Dedi.
Çok vakit kalmamış olmalı geriye. Yavaş yavaş, güvenli adımlar atmayı göze alamayız. Vakit artık aleyhimize işliyor. Tiktaklar kulağımda çınlıyorlar. Onlara planı açığa çıkarma fırsatı vermeden, harekete geçmeliyiz. Bir sene derim bana soracak olursan, belki birazcık daha uzun. Net bir şey söyleyemez benim zihnim bile sana. Bir Archon gelecektir, er ya da geç. Onları buna mecbur bırakacak yapacaklarımız. O gün geri sayım yalnızca bizim için değil onlar için de başlayacak. Belki de bizzat Justicar, belki Archon'dan sonra, belki de direkt. İşleri yavaşlatmak için diğer şehirlerde de dikkat çekildiğinden emin olacağım. Daha uzaklarda. Yine de... 1 seneden biraz daha fazla, ne yaparsak yapalım. Biraz geç olmuş gelişim, fakat gücüm yettiğince, beyhude olmaması için çabalayacağım."
"Bir yıl" Diye tekrar etti Serap. Onun için dahi uzun bir zamandı. Değil bir yıl, bir dakika bile sabretmek istemiyordu artık. Ama sabredecekti. En ufak bir kusurun bile bedelinin ağır olacağını biliyordu zira. Bu sabrın sonu selamet miydi bilinmez, ama çalışmayan konvoyları ve ana bültenleri sarsacak gerçekleri düşündü belki bir gün. Bir kurtlar sofrasında yıllarca ahmak gibi kullanılan insan ve kandaşların bir seçim hakkı olmasını istiyordu. En azından bu kadarını onlara borçlu değiller miydi? Gözleri tepelerinde kavuşan gri bulutlara odaklandı.
"Yağar mı dersin? Kaç bulut geçti tepemizden, kaç kere yağmamıştır kim bilir? Kocaman hayatlar, kocaman bir Dünya ve kocaman ihtimaller. Geldiğimiz nokta ise, bu..." Dedi ve arkalarındaki manzarayı eliyle gösterdi. "Bir çiçeğin hangi zaman açacağını bilemezsin... Ve bir çocuğun zihnindeki ejderhayı hangi terazi tartabilir? Eğer ki bir gün gelir de herkes bugün olduğundan bir dirhem daha fazlası olamazsa, çok da iyi bir iş başaramamışız demektir."