Şüpheli Masumiyet ve Zehirli Tecrübe Şarkıları

Cevapla
Kullanıcı avatarı
Görkem Mirza Levi
True Brujah
Mesajlar: 16
Kayıt: Pzr Eki 12, 2025 2:09 am

Tur Süresi: -
Başlangıç Konumu: Kilyos
Oyuncular: Görkem Mirza Levi - Eflatun



Ağlamış Dede Mezarlığı'nın arka girişinde sigarasını yaktı. Dudaklarından dökülen gri duman, uzaktaki bir motorun çatlak farında kendini belli etti. Motor yaklaştı, biraz uzakta durdu. On sekiz, on dokuz yaşlarında teni İstanbul rüzgarında aşınmış genç adam motor tepesinden inip Mirza'ya bir selam verdi.

Görkem, Beşiktaş'ta olanlardan sonra eve gitmeyi denemişti. Elleri cebinde, apartman binasının eski ama sağlam kapısına bakarak birkaç dakikasını bile harcamıştı. Kafasının içinde, düşüncelerini bastırmak ister gibi Danger On The Dance Floor çalıyordu. Elleri sakallarında dolaştı, yardım ister gibi gözlerini yıldızların gözükmediği gökyüzüne dikti. Bütün tenini karıncalandıran, kemiklerini yerinde sarsan o kaşıntı hissi gözlerinin arkasında öylesine baskın, öylesine rahatsız ediciydi ki yerinde sabit duramıyor, kendi derisine daha kendisi katlanamıyordu.

Böyle gecelerin sonunun nasıl bittiği iyi bilirdi.

Genç ona birkaç adımla yaklaştı, elini uzatıp, "Abi naptın ya?" diye sordu. Sesindeki düzensizlik Mirza'nın özendiği bir umursamazlıktı. İyi, dedi, yalan söylerken hiç çekinmedi, konuya girmek için lafı dolandırmadı, çocuğa nasıl olduğunu sormadı. Gümüşi gözleri en çok böyle ne istediğini bildiği zamanlarda tehlikeliydi. Çocuk burnunun kenarını kaşıdı, motoruna yan bir bakış attı, "Tamam abi hallederiz." dedi. Mirza'nın eli gencin kırmızı lacivert ekoseli gömleğine gitti, "E halledelim o zaman Yusuf." dedi. Dili dudaklarının üstünde huzursuzca dolandı ve sigarasını yeniden dudaklarının arasına sıkıştırdı.

Yusuf çenesiyle motoru işaret etti, "Seni biriyle tanıştırcam önce. Çok iyi malı var."

Sahilden gelen tuzlu rüzgar Görkem'in tenini okşayıp giyiyor olduğu paltosunun korunmasız bıraktığı yerlerden içeri girdi. Görkem başını yana eğip, "Ben seni buraya arkadaş edinmek için çağırmadım." dedi. Yusuf'un gözlerinde bir paniğin hayaleti dolandı, sonra "Abi ya," dedi nazik bir sesle, "valla diyorum bak. Tanıdık. Bana da mı inanmıyon artık kaç yıldır kankayız."

Motorun hala yanan ışığı altında, saçları hiç olmadığı kadar beyaz gözüken genç kısa bir an için Yusuf'u inceledi. Dengesi kararsızlıkla bir ayağından diğerine kaydı, en sonunda "İyi hadi," diyerek motora ilerledi:

"Gözüm tutmazsa bir zıkkım almam ama."

Yusuf, "Yaşa be abi." diyerek onu takip etti. Görkem arkada, Yusuf önde motora bindiler.

Yolculuk kısa sürdü ama Mirza'ya iyi geldi. Çıplak suratı keskin soğuğa karşı durmuş, evinin önünden beri onu kovalayan o kaşıntı hissi biraz olsun dinmişti. Eski, bakımsız bir yola girdiklerinde elleri koltuğun kenarından Yusuf'un beline kaydı. Ağırlık değişimiyle biraz sersemlediler ama düşmediler. En sonunda, yolun sonundaki izbe bir binanın önünde durdular. Görkem, kimi harfleri düşmüş "M-R--NE M----L" yazısını okurken motordan indi ve ellerini cebine sıkıştırdı. Uğursuz sessizlik burada da mezarlıktaki gibi varlığını koruyordu. Mirza böyle yerleri bilirdi; daha iyi sayılabilecek bir İstanbul'un cesedinin kalıntılarıydı. Şimdi gidecek başka bir yeri olmayanların ya da evinin yolunu bulamayacak kadar kendini unutmuş insanların tabutuydu. Yusuf'a yan bir bakış attı. Bu gece üç beş keş tarafından bıçaklanıp köpüre köpüre ölse canı sıkılır mıydı?

Biraz sıkılırdı. Yaşıyor olmanın ve yaşama hiçbir saygı duymamak insanı beklenmedik açılardan tatmin ediyor, neredeyse iyi hissettiriyordu.

Yusuf motordan inmeden, "Sen içeri geç abi." dedi:

"Benim motoru arka tarafa çekmem lazım."

Görkem bir onay mırıltısı çıkardı. Bu sefer savurabileceği bir bira şişesi yoktu, arka cebinde çakı taşıyan insanlarla tek alakası da birkaç tanesini tanıyor olmasıydı. Mirza istediği kadar sokak kedisi gibi yaşasın, kuradan şanslı çıkmıştı. Şanssız insanların yeteneklerine sahip değildi. Tabi bu kendini anlamsız durumlara atmasına engel olmamıştı, bu gece ikinciye yapıyor olduğu gibi. Ayakları yere sağlam basmıyordu ama kökleri ondan hiç ayrılmıyordu. Şansı yaver gitmeye hep devam ediyordu.

Omuzlarını gevşetmeyi deneyerek kapıya doğru ilerledi. Yusuf motoru yeniden çalıştırıp ana girişten uzaklaştı. Mirza, kendi düşünceleri arasında yitirdiği o sahte cesareti geri bulup yüzüne bir Venedik maskesi gibi gururla geri taktı. Bir kanadı kırılmış cam kapıdan içeri girdi.

İlk fark ettiği şey pas kokusu oldu. Sonra gözleri bir zamanlar lobi olduğunu tahmin ettiği yerdeki ışığı gördü. Küçük ve zayıftı, neredeyse mum ışığı gibiydi. Ağır adımlarla o yana yürüdü, derin bir nefes alıp bir kapıdan daha geçti. Işığın aydınlattığı duvara düşmüş gölgenin sahibine dönerken neredeyse umursamaz görünmeyi başarmıştı. Tam olarak görmediği figüre "Yusuf'un arkadaşı sen misin?" diye sordu. Gözleri karanlıkta kalan suratı görmek için hafifçe kısıldı.
Resim
Kullanıcı avatarı
Eflatun
True Brujah
Mesajlar: 11
Kayıt: Pzr Eki 12, 2025 12:06 pm

“Merhamet duygusuna sahip olanlar, doğal seçim yasası olan tüm gelişme yasalarını engeller; tahrip edilmeye hazır her şeyi korur; reddedilmiş, hayat tarafından suçlanmış olanların tarafında savaşır; beceriksiz, başarısızların arasında yaşam sürer, kendisi de acınacak, belirsiz bir hale düşer.”

Merhamet yok! Merhamet yok! Bazı insanlar hakikatin dağlarındaki o çıplak tepeleri yalın ayak ziyaret ediyorlardı. Hakikat, ölümlü zihinleri zehirlerdi. Yine de bazı insanlar, gerçek filozoflar, bu zehri bile isteye, kana kana içerlerdi. Aynı cesareti kendinde de buldu. Merhamet yok, merhamet yok! Okuyordu her boş kaldığında. Bazısını tekrar tekrar. Kaçırdığı çağların büyük filozoflarıyla şairlerini. Şimdi, bu lanetli salonun ortasında durmuş, karanlığa alışmış gözleriyle, kurbanını beklerken, okumaya devam ediyordu.

"Ancak öbür gündür, benim olan. Kimileri öldükten sonra doğar."

Oda ritüelistik işaretlerle, unutulmuş kokular yayan mumlarla, kurumuş ve etrafa fırlatılmış çiçeklerle, değerli kitaplardan acımasızca yırtılmış sayfalarla, duvarlara yazılmış literatüre hiç geçmemiş alfabelerden kelimelerle ve kendi alacakaranlığının meşhum büyüsüyle kaplıydı. Dramatize, poetik! Zihninin kapılarını açmıştı bu odada ve bırakmıştı dökülsün içindeki irin. Gerek olduğundan değil, ya da bir işe yaradığından, yalnızca yapabildiğinden ve yapmak istediğinden. Asaf Halet'in şiirleri, Peygamber Süleyman'ın mührü ya da Mısır'ın Ölüler Kitabının dizeleri. Babil'in asma bahçelerinden toplanmış çiçekler, yahut İskenderiye kütüphanesinden parşömenler. Bu özel ana yaraşır özel bir oda. Yıllar sonra, onun zihninde kalmasını istediği anının dekoru buydu işte.

Dışarıdaki sesleri duydu. "Yusuf'un arkadaşı sen misin?" Her şeyi önceden ayarlamıştı. Unutması gerekenler unutacaktı. Gitmesi gerekenler gidecekti. Ölmesi gerekenler ölecekti. Dönüşmesi gereken ise dönüşecekti işte o kadar! Merhamet yok! Merhamete yer yok! Okuduğu kitabı cüppesinin içine koydu. Bugün ne sıradan insanların modasına ne de kandaşların çarpık zevklerine uyum sağlıyordu. Kendisi gibiydi, olmak istediği gibi. Gri, geniş ve uzun bir cüppe içerisindeydi. Dövmeleri görünürdeydi. İzin vermediği sürece kimsenin göremeyeceği bu şifreli ve kadim, hatırlanması en elzem bilgileri derisine kan, mürekkep ve antik büyüyle işlemişti. Bugün bırakmıştı görünsün. Karanlığın içinden, cılız bir şekilde. Bu anı bir çeşit rüya gibi hatırlayacaktı, bir gün çocuğunun hafızası birilerinin eline düşse bile onlara önemli bir şeyler söyleyebileceğini sanmıyordu.

Soruyu soran adam diğerini içeriye, kendisinin de bulunduğu odaya davet etti. İstese de, istemese de gelecekti! Çekimi kuvvetliydi. İkisi de kendine doğru geliyorlardı. Diğer adamı umursamadı, o adam çoktan ölmüştü, yalnızca farkında değildi. Dünden beri zihninin içinde dolaşmış ve kendi emirlerini uygulatıp planını harekete geçirmişti. Karşısındakine baktı. "Mirza!" Bütün gerçekliği ve çıplaklığıyla, ruhunun, aurasının, büyüsünün ve lanetinin hiçbir kısmını gizlemeden böylece durduğunda bir insan ne tepki verebilirdi emin değildi. Bir kandaş için bile bir tanrı gibi gözüküyor olmalıydı.

Yalnızca mumların titrek ışığıyla aydınlanan loş odada tek bir adımla Mirza'nın yanına ulaştı ve ona fırsat vermeden boynuna atıldı. Eski insanlar, ruhların damarlarda dolaştığına inanır, onu kanla özdeşleştirirlerdi. İşte en zayıf noktası burasıydı insanlığın, bir kesik, ve ruhu kaçıp giderdi. Dişlerini boynuna sapladı. Acıkmıştı, bu özel ana hazırlanmış, bir süredir beslenmemişti. Evladının kanının birazını kendisi için ayırırken, birazının da parçaladığı atar damarlarından dışarıya akıp odanın dekorunu süslemesine izin verdi. Diğer atar damarlarını da delip kenara çekildi. Yere düşmüştü, dört beş saniye sonra öleceğini tahmin etti. Mirza'nın bilincinin son kırıntılarına bağırdı. Yalnızca ses telleriyle konuşmuyordu, sesi Mirzanın aklında patladı.

"İyi nedir Mirza!

İnsanda güç duygusunu, güç istemini, gücün kendisini yükselten şey.

Peki ya kötü.

Zayıflıktan doğan her şey!"
Nietzsche, Antichrist, bugünkü ilhamını ona borçluydu.

Mirza'nın kanı boşalırken kendi bileğindeki doğru noktayı tırnağıyla yardı ve bileğini Mirza'nın ağzına götürdü. Birkaç damla. Kadim ritüel. Az sonra kalkacaktı. Bütün kanı boşalmış vücudu kıpırdanacaktı ve uyanacaktı. Kalbi atmaksızın, yaşayan bir ölü, Tanrının bir lanetlenmişi olacaktı. İlk anından geriye çok az şey kalmıştı kendi zihninde, yalnızca açlık hissi. Yanda bekleyen adamı Mirza kalkmadan yanına çağırdı. Kapı kendi kendine o bir daha izin vermeden açılmamak üzere kapandı. Adamın göğsünü tırnaklarıyla çizip kanının usul usul akmasını sağladı. Adam acıyla bağırırken umursamayıp onu bir kenara fırlattı. Kendi de bir kenara geçti. Mirza'yı izleyecekti şimdi, önce ayılmasını, neler olduğunu anlayamamış halde kendisini ve etrafını fark etmesini. En sonunda da kanın kokusuna doğru, yanındaki saçtığı korku hormonuyla ve akan insan kanının kokusuyla odaya son dokunuşu yapan adamı fark edecekti. İstese de, istemese de ele geçirecekti canavar onu ve katlederek başlayacaktı lanet hayatına. Gülümsedi.


Kullanıcı avatarı
Görkem Mirza Levi
True Brujah
Mesajlar: 16
Kayıt: Pzr Eki 12, 2025 2:09 am

Pekala.

Baştan alalım.

Bunun olacağını biliyordu; ölüm öyle ya da böyle ensesine yapışacak, doğduğu zamandan onu damgaladığı beyaz saçlarını çekiştirecek ve karanlığa giden yola çekiştirecekti. Ama bunun olmaması gerekirdi. Şans? Bu zamana kadar öyle hayatta kalmamış mıydı? Şimdi tek bir anda bozukluğun diğer tarafını görmesi haksızlıktan başka bir şey değildi. En önemli anda, diye düşündü.

Gözlerinin açık olduğu son saniyelerde grafitileri görmüştü. Mum ışıklarının aydınlatmadığı karanlığın kendisine doğru atıldığını da görmüştü. Bunların ikisi de öylesine hızlı olmuştu ki kalbi hızlanmaya fırsat bulamadığı gibi, Mirza düşünecek tek bir ana bile sahip olamamıştı. Gözleri panikle kapandığında, kendi adı kulaklarında akordu bozuk bir gitar gibi tıngırdadığında, ve keskin acı sessizce ve sakince bir amacı varmış gibi tenini yarıp geçtiğinde; tepki vermek, bağırıp çağırmak, anlamini yitirmiş birkaç küfür sallamak ya da merhamet dilenmek için dudaklarını araladı. Ses çıkarabiliyor olsaydı, hangisini yapacağına da karar verebilirdi. Ama aralık dudakları pas kokusunun arasından bir tepki çekip çıkaramadı. Öyle ya, acı konsepti yuvarlanıp gitmiş, boynunu kırmızıya bulayan kanıyla beraber yerini başka bir şeye bırakmıştı. Mirza'ya içinde bulunduğu kuyu tanıdık geldi. Vücudunun teslim olmayı bildiği, parlak ışıklardan oluşan ve kanına sızıp giden sessiz bir tatminkarlık hali üstüne çökerken başını yerinde tutamıyor oluşunu umursamadı. Panikle kasılan vücudu Taksim'de iğneyle uyuşturucu saplayıp kaçıyorlarmış oğlum dedikodularıyla gevşedi; nefesleri kendi yolunu bulup giderek azaldı.

İyi nedir Mirza?

Hiç şüphe yok ki böyle bir şey değil.

Peki ya kötü?

Bedeni fazla süslü bir patates çuvalı gibi yere yığılırken gözlerini açmaya çalıştı. Manası olmayan bir çabaydı, belli ki.

Ölmenin bu kadar keyifli olacağını bilseydi kibrinden inanmadığı bütün tanrılara teşekkür ederdi. Bildiği şeylerden daha farklıydı, denediği şeylerden çok daha farklıydı. Yaşamak insan için eziyetti doğrusu, oysa bunun için ne kadar da çok emek harcanırdı. Günlük hayatın bütün kavgaları, kim olduğunu bilmek için harcanan onca zaman ve kim olduğunu fark ettiğinde diğer herkesle ettiğin o kavgaların hepsi ama hepsi, daha iyi yaşayabilmek adınaydı. Bilincinin akıp gittiğini hissetmenin bu kadar güzel olacağını bilseydi, annesinin karnından çıkarken bile işlevsiz parmaklarını geri girip kendini nefessiz bırakmak için kullanırdı.

Rüyasız uykusunda kayda değer bir şey yoktu. Mirza bütün sıradanlığıyla, terk edilmiş bütün insanların içinde oturduğu bilinçsizlik halinde kaldı. Yazılabilecek hikayelerin aksine, Mirza hakkında söylenecek pek bir şey yoktu. Uyuzluk yapıp adını Emir yerine Mirza koymuş babasının aklında kehanetler yoktu. Renkleri çalan basit bir hastalık saçının her teline daha doğuştan işlediğinde, insanlar hasta bir çocuk görmekten başkasını yapmadı. İstanbul'a ilk adım attığında ve Yerebatan Sarnıcı'nda yürüdüğünde şehrin sokaklarının onun için açılmadı. Başka kültürlerin tanrıya nasıl yaklaştığını incelerken kalbinde tek bir ulvi amaç yoktu.

Biraz şanslı doğmuş bir çocuk olarak büyümüş ve bahtsız piçin teki olarak ölmüştü.

Sonra ilk önce koku geldi. Tanıdık bir ceket ilk defa yıkanmış gibi, pas kokusu şimdi sahip olunası bir şeydi. Gözlerini aralamasına izin verecek kadar çekiciydi. Dili ondan izin almadan tadı hala taşıyan dudaklarının üstünde dolandı. Buğulu zihninde rüzgar olması gerektiğinden daha gürültülüydü. Gözlerini yeniden kapadı, hayalet bir kaşıntı gibi derin bir nefes almayı denedi. İşte o zaman rüzgarın arkasındaki sessizlik, onu her şeyden daha çok sarhoş etti. Sıradan bir günde bile hareketsiz kalamayan vücudu öylesine sertti ki tırnakları panikle bacağına battı. Diğer eli kalbinin üstüne gitti, gözleri durgunluğun korkusuyla yeniden açıldı. Kulaklarında gümbürdeyen zayıf kalp atışları kendisine ait değildi. Ayakta dikilen şu adamın olmalıydı; en az onun kadar panik içindeydi belli ki, göğsü vaha gibi ışıldarken hala ayakta duracak kadar gücü olmasını ilginç buldu.

Hayır, diye düşündü. Hayır, hayır, hayır.

Bilinçsizlik halinin getirdiği sessiz mutluluğun geri çekilmesi olmalıydı bu. Öyle ya, Mirza geri çekilmeleri de bilirdi. Elbette nefes alıyordu, insanlar öyle yaşardı. Kafası güzeldi, biliyordu bu anı; duvarların arasında dolanan ve şimdi ona yalnızca parçalanmaya uygun üzüm taneleri gibi gelen farelerin küçük ayaklarının hışırtısı hayal gücünün doruk noktasıydı. Boğazını kurutan açlık suya dairdi.

Öyleyse gözlerini neden yerdeki adamın üstünden alamıyordu?

Çalıştığından emin olmadığı ellerinden destek alarak sırtını doğrulttu. Aldığı nefes boş geldi, kendini patlamak üzere bir balon gibi hissediyordu. Kazağının üstünde büyük ve ıslak bir leke vardı ama tenine soğuk işlemiyordu. Hatırlamaya çalıştı, buna ne sebep olmuştu? Kendi kullandığı bir şey değil, hayır, hayır. Bu başka bir şeydi. Acı fikriyle kasıldığını anımsıyor gibiydi, sonra da damarlarına sızan pes etmiş olmanın getirdiği sakinlik hissini. Şimdi ölümün kucağından çekilip alınmışken kendini ölesiye öfkeli hissediyordu. Hangi şerefsiz ondan bunu almıştı? Hangi şerefsiz atan kalbini -ki Mirza emindi, kemikten hapishanesinin bir köşesinde kalbi atıyor, bütün vücudunu ufak ufak sallıyordu; hissedemiyor oluşu bunun yaşanmadığı anlamına gelmezdi- değer bulup onu bu düşüş ve yoksunluk haline sokmuştu?

Ayaktaki adam panik içinde elini göğsünden akan kanda dolaştırdığında, Mirza bu harekete pek kilitlendi. Az önce her ne kanında dolanıyorduysa yakmayı başaramadığı sinir uçları alev almış gibi hissediyordu. Boğazı daralırken kendinde bu hissi adlandıracak güç bulamadı. Kendine bile söylemek istemediği bir sır gibi yutkunarak yok etmeye çalıştı. Ayıldığında hepsi geçecekti. İnsanlar böyle şeyler istemezdi, hayır. En basitinden doğal değildi mesela.

Doğal olmamak.

Çığlıkla kahkaha arasında bir yerde yuvarlanan kırık bir ses dudaklarından döküldü. Ayağa kalkmasını sağlayan şey yönü değişmiş bir öfke ve öfkeyi tetikleyen açlıktı.

Öyle ol böyle ol. Kitabını oku, okuluna git, öyle şeyler düşünme. Doğal değil, babana bunu yapmaya hakkın yok. Aile adı diye bir şey var. Bak Haşim insanları öyle yaratmadı. Bırak o saçmalıkları Leyla, çocuğun kafası karışık yeterince. Büyüyünce geçer. Benim oğlum adam olacak.

Kafasında bu zamanlarda söylenmemiş cümleler geçip gitti. Hepsinin boş bıraktığı yeri kibir dolu bir "Ben istiyorsam öyle olacak." oldu. Zaten çoktan kopmuş zincirler üstündeki sakinlik hali misali ayaklarının dibine serildi, kendinden beklemediği bir arzu ve güçle adamın üstüne atıldı. Bir eli parçalanmış tişörtü sıkıca tutmuştu, adamın kurtulmak için onu ittirdiğini hissettiğinde bir adım gerideki ayağından güç alarak onu duvara doğru ittirdi, kendi vücuduyla kaçış yollarını engelledi. Kafasının içinde bir yerlerde hala insan olmanın saçmalığıyla yaşamak isteyen bir parça, bunun onun için bile alçakça bir şey olduğunu söyleyip duruyordu. Ama Mirza'nın kendi dilinde başka bir şey vardı; yarın uyanıp bir adamı öldürdüğünü fark ettiğinde, hala dillendirmediği açlığı geçtiğinde, bunun bir hata olduğunu düşünmeyecekti. Bir daha ölmek için yaşamanın doğal olmayan herhangi bir yanı yoktu.

Ellerinden biri adamın kısa saçlarını buldu, yönlendirmenin ona kaldığı kafayı duvara sertçe vurup ne yapacağını bilmeden ama kuduz köpeklerde görülen kana susamış bir kararlılıkla yüzünü kalp atışlarının davul gibi yankılandığı boyun boşluğuna gömdü. Kaşınan dişlerini hiç düşünmeden deriye ve altındaki ince ete, sonra daha ileriye ve dudaklarının altında hissedebildiği damara geçirdi.

İlk an- ölüme öyle yakındı ki bir an için kalbinin atışını yeniden hissedebildiğine ve insanlığının yeniden kayıp gittiğine yemin edebilirdi. Yaşıyor olma fikrine ayaklarını öyle sağlam basıyordu ki ölümün de yeniden doğuşun da farkında değildi. Kanın tadı öylesine güzelken ve vücudu bu kadar yaşıyor hissederken, bunun farkına varacak hale gelmekten de çok uzaktaydı. Gözlerini araladığından beri boş hissettiği bedeni tatlı bir sıcaklıkla kaplanırken adamın tenindeki dudaklarından hırıltılı ve herhangi bir kelimenin altını doldurabilecek bir anlamdan yoksun bir mırıltı döküldü. Adamın başını duvara biraz daha gömdü, tişörtündeki eli yana kaydı, kötü kullanılmış vücudun kemiklerinin, kendi parmakları altında ne kadar zayıf kaldığını hissettiğinde bütün gücünü kullanmaya engel olamadı. Onu sarhoş eden ritim yavaş yavaş sönerken geri çekilmek için kendini fazla ileride buldu. Varsın katil olsundu, onun doğalı hiç olmadığı kadar buydu. Kendini tanrılarla kıyasladı; dudaklarını kırmızıya boyayan nektarı içmek, tanrılar kralının olduğu kadar onun da hakkıydı artık.

Adamın bacaklarından çekilen güç onun yere doğru çökmesine neden oldu. Mirza düşüşe engel olmadığı gibi rahat da bırakmadı. Dizlerinin üstüne çöktü, içi pamukla doldurulmuş et parçasından farksız gördüğü vücudu istediği gibi eğip büktü. Yaşamın her parçasının ona geçmesine, kapalı gözlerinin arkasında renklerin patlamasına, zihninin arkasında kaşınıp duran o uğursuz noktanın hayatında ilk defa sessizliğe kavuşmasına izin verdi. Adamın kalbi artık atmaz olduğunda, kendini zorlukla geri çekti. Şimdi her şey ne kadar sessizdi. Gümbürdeyen kalp yoktu, hızlı alınan nefeslerin şarkısı kesilip gitmişti. Elleri adamın üstünden çekildi, Mirza'nın kibrinin yerini panik alırken ardını yere atıp ayaklarının üstünde kayarak adamdan uzaklaştı. Bedeni hala uyuşuktu, hala ilk defa adlandırdığı kanın tadı dilindeyken gerçek bir suçluluk hissedemiyordu. Ama şimdi olanlar hiç de doğal gelmiyordu.
Resim
Kullanıcı avatarı
Eflatun
True Brujah
Mesajlar: 11
Kayıt: Pzr Eki 12, 2025 12:06 pm

Kıvrılmış dudağıyla birlikte bütün bu sahneyi, oğluyla gururlanan bir baba edasıyla izledi. Ona yeni bir hayat -buna ne kadar denebilirse işte!- ve ilk kurbanını vermişti. Vampirlerin doğası buydu, bunu en başından anlamalıydı, yalnızca vampirlerin de değil, doğa bu prensiplerle çalışırdı. Savanasındaki aslanın antilobu avlamasında bir acımasızlık yoktu, bu yalnızca hayatın gerçeğiydi, bu yalnızca açlıktı ve aynı hayvanlar ya da insanlar gibi vampirler de kendi açlıklarının kölesiydiler.

Sıradan bir vampir birinin damarlarından akan kanın birazıyla tatmin olup, bu anları unutacağından emin olduktan sonra onu öldürmeden bırakıp gidebilirdi. Eflatun sıradan bir vampir değildi, onun açlığını dindirmek bir ya da bazen daha da çok insanın kanının tamamını gerektirirdi. Eflatun'un bir sistemi vardı. Etrafta koşturup taksit taksit, herkesten biraz biraz emmekten daha doğru, daha doğal, daha mantıklı bir sistem. O yaşamayı hak etmeyenleri bulurdu ve çekip alırdı damarlarından hayatlarını. Bu kalabalık günlerde sistemi daha da makul ve hatta gerekliydi. İnsanlar kalabalıklarıyla yeryüzünü kirletiyorlardı. Kendi türünü doğanın insan nüfusuna bir cevabı olarak görüyordu.

Mirza'yı izlemeye devam etti. Bıraktı biraz düşünsün. Bir süredir zihni hem kendi büyüsü hem vampir dönüşümünün etkileyici doğası hem de canavarın serbest kalmasıyla allak bullak olmuş olmalıydı. Birazcık kendine gelsin. Damarlarında Eflatun'un kanı akarken dakikaların ve saniyelerin tiktakları onun da beyninde çalacaktı artık. Her kandaş gibi donup kalmış lanetli bedenine alışacaktı. Mirza'nın kendine gelmek için yeterli süresi olduğunda ona doğru birkaç adım attı, artık dövmeleri gözükmüyordu. Gerçekleri olağanca sertliğiyle, buz gibi bir sesle ona anlatmaya başladı.

"Bütün kanını boşalttım ve seni kendi kanımla besledim. Böylece dönüştün, daha üstün, daha yüce, daha lanetli bir sene. Artık kalbin atmayacak ya da göğsün inip kalkmayacak. Hakkımızda hikayeler yazıp filmler çekmiştiniz, bizi duymuş olmalısın. Sen artık bizden birisin. Bir vampir. Gecenin içinde koşanlardan. Gündüzleri uyuyacaksın ve akşamları uyanacak. Artık bir ölümsüzsün, bu ölümsüzlüğünü sürdürmen için gereken tek şey ise insan kanı."

İlk söylediklerini hazmetmesi için ona biraz zaman tanıdı. Kolay olmadığını biliyordu. Yalnızca, kolay ya da zor, gerçek buydu, ve hazmedecekti. Şu an Mirza yalnızca bir enikti. Öğrenmesi, büyümesi, dişlerini keskinleştirmesi gereken bir enik. Onu eğitecekti ve kendine layık bir çocuk haline getirecekti.

"Çok uzun süredir yürüyor neslimiz insanların arasında. Bu şehirde bizden yüzlercesi, binlercesi dolaşıyor. Kandaşlar diyoruz kendimize genellikle, İngilizce Cainite diyorlar, Kabil'den gelenler anlamında, uzun hikaye... Artık içinde bir canavarla yaşayacaksın. Az önce olduğu gibi seni bir kenara atmak ve yüzeye çıkıp kontrolü ele geçirmek için savaşıp duracak. Ama sen ona karşı geleceksin. Kendini kaybettikçe insanlığın daha da kayıp gidecek elinden. Türümüzün en vahşileri kendilerini tamamen ona kaptırmış durumdadırlar. Fakat sen onlardan olmayacaksın, hepimiz öyle değiliz. Bir kısmımız da şatolarımızda ya da balo salonlarında kendi küçük medeniyetimiz içerisinde yaşıyoruz. Göstermelik kibarlıklar, çeşitli görgü kuralları, baş eğilecek kişiler... Ama merak etme Mirza."


Gülümsedi. Mirza'ya verdiği kan onun kendisine karşı olan duygularını körüklemiş olmalıydı. Birini dönüştürmeyeli uzun zaman oluyordu ve bunları anlatırken kendini biraz hamlamış hissetti. Mirza! diye düşündü, bu adla anacaktı onu, Eflatun'un çocuğu Mirza. Bir hikayesi olacaktı ve kendisiyle birlikte Eflatun'un hikayesini de yaşatacaktı.

"Şanslı biriymişsin, nereden baktığına göre değişir! Senin kimseye başını eğmen gerekmeyecek, benim haricimde. Kendini şanslı say. Bugünlerde dönüştürülen çocuklar bütün İstanbul'un emri altında, önemsiz fareler olarak dolaşıp duruyorlarken sen özelsin. Çünkü benim kanım dolaşıyor damarlarında. Sırf damarlarındaki bu kan için bile saygı göreceksin, güç kazanacak, onların çoğundan güçlü olacaksın. Aynı sebeple avlanacaksın da, fakat sana kendini korumayı öğreteceğim. Senin gelişin kıyametin ayak sesleri olacak Mirza!"

Ayağa kalksın, bir tepki versin ya da bir şeyler söylesin diye bekledi. Mirza'yı değerlendirmeye böyle başlayacaktı işte, gerçek bir True Brujah sorular, doğru sorular sorardı. Neyi merak ediyordu, ne istiyordu bu adam, neyin nesiydi? Şimdi öğrenecekti. Keyifle, sonunda birkaç günlük huzursuzluğunu atmış ve amacını gerçekleştirmiş olmanın keyfiyle Mirza'nın karşısında durup bekledi.





Kullanıcı avatarı
Görkem Mirza Levi
True Brujah
Mesajlar: 16
Kayıt: Pzr Eki 12, 2025 2:09 am

Odadaki diğer adamın -yüzü tanıdıktı ama çıkaramıyordu, çıkaramamasının ötesinde, bu daha önce görmüşlükten kaynaklanmayan bir başka yakın hissetme durumu vardı- varlığına onun sesi kulaklarına ulaşınca ve Mirza başını hiç düşünmeden sesin geldiği yana çevirince fark etti. Gözleri sözde yabancının yüzünde sabitlenip kaldı. Teninin üstündeki sıcak sıvı beynini zorlayan tek şey değildi; hayatı boyunca hissettiği o rahatsızlık hissi, gözlerinin tam arkasındaki o kaşıntı, şimdi uğursuzca ritmik bir şekilde atıyor; sayılardan bahsetmeden saniyeleri sayıyordu. Adlandırmayı bilmediği bir şeydi bu. Adamın her kelimesi, dudaklarının sakin kıvrılış ve salınışı ondan bir şeyler çalıyor gibiydi.

Filmler ve kitaplar.
Vampir.

Yalnız bir çocukluk geçirmiş çoğu insan gibi, Mirza'nın da sığındığı kapılar olmuştu. Başlarda güzel şeylerdi bunlar. İnsana öyle ya da böyle bir derinlik katarlardı. Bilinçli bir şekilde raftan alıp da okuduğu ilk kitap, bir bankanın yayınlarından çıkma bir Shakespeare uyarlamasıydı. Hikayelerin hiçbirini sevmemişti; şiirin öldürüldüğü ve paragrafların usulsüzce sıralandığı bir düzenlemeydi. Çok sonra dönüp baktığında sonenin ne demek olduğunu biliyordu ve her birini takdir etme fırsatına sahip olmuştu.

Elbette önüne başka şeyler de düşmüştü. Bu yıllarda büyüyüp eline bir kere Bram Stoker almamış adama adam denmezdi. Folklora ilgi duymasını bu hikayeler sağlamamış gibi davranamazdı; Mirza'ydı bu, Anadolu şeytanlarını gözü kapalı sayar, Emile Durkheim'le gecenin üçünde kavgalar eder, adını anmaya bile çekindiği bir adamın derslerine sızabilmek için ekim ayının ilk aylarını aile evinde geçirirdi. Ama bunların hiçbir önemi yoktu, çünkü istiyor diye okültün gerçek olmadığını bilir, Can Bonomo'nun büyükannesiyle yaşadığı ayakkabı kavgalarının birçok batıl inancın arkasında yatan sebeplere benzediğini görebilirdi. Kendini uyuşturmayı seçecek kadar aptal, etrafında dönen dünyayı sorgulayacak kadar zekiydi ve bu bulunduğu nokta tehlikeli bir noktaydı.

Şanslı biriymişsin...

Kaşları hafifçe çatıldı. Kendine hep böyle dememiş miydi? Elini kolunu sallaya sallaya, geçim sıkıntısının ne olduğunu deneyimlemeden sırf istiyor diye bir üniversite bölümü seçebilmiş, ailesinin düşüncelerinden kendini sıyırmayı başarmış, birkaç kilit arkadaş edinmiş, şu zamana kadar hayatta kalmıştı. Şanslı olmalıydı gerçekten de, hikayesi henüz sona ermemişti.

Yerden kalkmadı. Gözleri adamın üstünde dolandı durdu. Bir süre konuşmadı. Bir yanı bunun yalnızca bir düşüş anı olduğunu bağırıp çağırmak istiyor, adama lanetler okuyarak kendini bir taksiye atıp eve gitmek istiyordu. Diğer yanı, daha önce orada olmayan bir tarafı, adamın söylediği her şeyin gerçek olduğunu biliyordu. Bu deney ve araştırma yoluyla elde edilmiş bir gerçeklik değildi. Sorgulanmamış bir dinin içine doğmuş çocukların ezan okunurken abartılı bir saygı gösterisi gibi birbirlerine müziği kısmaları için bağırmalarını sağlayan bir gerçekti; sağlam değildi ama büyüktü ve bu sıklıkla tehlike demekti.

İstanbul'un emri altında.

Eli dudaklarına gitti. Elinin tersiyle kanı sildi, gözleri kırmızı sıvıda bir süre takılı kaldı. Bu bir lanet mi yoksa bir hediye mi diye düşünmedi. Hala yaşıyor olduğu için biraz öfkeliydi; ölümün tadı unutamayacağı kadar güzeldi. Ama ağzında yer edinmiş tat ve elini geçmemesi için derinin altına kazınmış bir dövme gibi süsleyen kan yaşamı ölüme benzer kılıyordu. Salaklık etmeyecekti; içinde canavar falan olmadığını biliyordu, adam o konuda haksızdı. Yaptığı her şey ve olduğu bu kişi, ilk defa tamamen kendisine aitti, birazı da adama; sanatın sanatçıdan ayrıldığı ve birleştikleri bütün o noktalarda. Eğer böyleyse, böyle olsun, diye düşündü. Bunu bir daha yaşamak için katil mi olması gerekiyordu? Tekrar, tekrar ve tekrar? Sokakta yüzü kızarmadan yürüyen insanların yapabildiklerinden daha kötü gelmiyordu kulağa. Mirza hiçbir yerden gelmemişti ama artık ayakları durmuyor, attığı her adımda yere sağlamca basıyorlardı.

"Beni bir-" Duraksadı, sesi kendisine yabancı geldi. Paslıydı, harfler dudaklarından dökülürken titreşiyordu. Gözleri yeniden adamı buldu, ona odaklanmak kolaydı. Yutkunarak boğazına sıkışmış çığlıklardan kurtuldu. Soruyu yarı yolda değiştirdi; bu konuda bir şeyler biliyormuş gibi davranmayacaktı. Karşısındaki adamı tanıyormuş gibi konuşmayacaktı. Dili dudaklarının üstünde dolaştı, sıradaki kelimeler altlarında çok daha sağlam düşüncelerle dudaklarından döküldü: "Ne olduğumu söyledin ama ne olacağımı söylemedin. Sana boyun eğeceğimi söyledin ama ne için olduğunu söylemedin."

Vampirler gerçek mi sorusunu, ben öldüm mü sorusunu ertelediği gibi ertelemişti. Tam inandığından değildi ama anlamak için sorulması gereken soruların onlar olmadığını bilecek kadar Malinowski okumuştu. Ne, neden ve etik mi değil mi sorularının cevapları insanları hep yanlış yönlendirmişti. Oryantalizm bunun kaba bir sonucu değil miydi? Bildiği şeylerle bilmediği şeyleri yargılamanın yanlış olduğunu biliyordu. Bu öğrendiği bir şey değildi; bu disiplinini seçmesinde kilit nokta olmuş bir düşünce biçimiydi.

Bütün bunların yanında, bir de 'vampir' kelimesini yüksek sesle dile getirmek istemiyor oluşu vardı. Düşüncesi öylesine saçma ve gerçek dışıydı ki komikti. Dillendirmemek neredeyse bir korkunun işaretiydi. Adların gücü vardır, batıl inanç ya da değil. Söylemek gerçek kılar.

Ellerinden güç alarak önce sırtını dikleştirdi, sonra tamamen doğruldu. Bir rüzgarla uçacak gibi hissediyor olmasına rağmen neredeyse sağlam duruyordu. Adama doğru temkinli bir adım attı. Başı hala sessizlikle dönüyordu. Uzaktaki rüzgarı ve bir yerlerden duyulan havlamaları duyabiliyordu, ona sessiz gelen odanın içiydi. Sanki duymaya alışkın olduğu için görmezden gelmeyi öğrendiği bir şarkı kesilip gitmişti ve şimdi yokluğu gerçekliği yırtmak için çaba gösteriyordu.
Resim
Kullanıcı avatarı
Eflatun
True Brujah
Mesajlar: 11
Kayıt: Pzr Eki 12, 2025 12:06 pm

"Beni bir-" "Ne olduğumu söyledin ama ne olacağımı söylemedin. Sana boyun eğeceğimi söyledin ama ne için olduğunu söylemedin." İçine düştüğü bu küllerle kaplı sonsuz ve cevapsız sorular çukurunda, karanlığın, gecenin ve ay ışığının tekinsiz, kudretli ve tehlikeli dünyasında Mirza ayağa kalkıp sırtını dikleştirdi. Eflatun'sa uğursuz kanının son dölünü gururla izledi. Şimdilik Mirza bir hiçti, ışıksız gündüzlerin çukurlarındaki Yusuf. Eflatun bir anlığına onu şimdiki haliyle değil, bin sene sonra, az önceye kadar kendisinin olduğu gibi -ve ancak o kadar- masum bir ölümlüye kanını bahşederken gördü, hayal etti ya da bu ikisinin gerçekliği yırtan bir karışımı. Sonsuz gelecek örgülerinden sızan yansımalardan biri.

Doğru sorular! Çalışan, iyi bakılmış bir zihnin alışıldık dışı olaylara karşı doğal reaksiyonu ve üretimi. Mirza'yı gördüğünde onun zihnine ve ruhuna temas etmiş, bilgisayarlardaki teknolojilere benzer bir şekilde, beyin fizyolojisinin kendi sistemiyle sıkıştırılmış anılarını, salgılanan hormonlarının ilettiği sinyallerden izler kalan reseptörlerini tecrübe etmişti. Mirza olabileceği kadar doğru bir kişiydi. Klanına yaraşır, kendisini gururlandırabilecek, bir gün hedeflerini devralabilecek, sırlarını aktarabilecek ve hikayesini anlatabilecek bir denek. Mirza bile tabula rasa değildi, onun zihni şimdiye kadar öğrendiği yanlışlarla ve yalanlarla çarpıtılmıştı. Bir insanın zihni, kandaşa dönüştüğünde öylece kendisinden temizlenmezdi, hatta pek çok kandaşınki hiçbir zaman temizlenmezdi. Yalnızca doğru cümleler, paklardı bu yağlı ve leş levhayı. Bu sebeple cümlelerini doğru seçmeliydi.

"Her geçen gün insanlığından geriye daha azı kalacak. Acıma, sevgi, nefret, intikam, aşk, gurur, tüm insani duygular. İçin boşalacak her gün ve her gün. En sonunda senden geriye yalnızca güç istenci kalacak. Metafiziği şimdilik bir kenara bırakalım ama. Sana sonsuz bir ömür verdim. Karşılığında birazını kendime alıyorum. Bir köle, bir ayakçı, bir hizmetçisin bir süre benim için. Ben ne dersem onu yapacak, itaat edeceksin. Ödülünse eğitim olacak. Önce, bu tehlikeli ve güç istenciyle dolu dünyada nasıl hayatta kalacağını öğreteceğim sana. Soyunu tanıyacaksın, ben kimim, nasıl çıktık ortaya, soyumuz kimlere dayanır, bin senedir neler çeviriyoruz gölgelerin altında ve bildiklerinin ne kadarı yalan. Ve akrabalarımı yani hısımlarımı. Aynı sizler gibi, biz de farklı soylara ayrılırız. Her şeyi öğreneceksin, geleneklerimizi, neden onların beş para etmediğini ve yok olmaları gerektiğini. Bir yandan da güçlenecek, hızlanacak, insanların ancak "büyü" diye tabir edebileceği, bizim türümüzün büyü olmadığını bildiği "disiplinlerimizi" sana aktaracağım." Düşünebileceği kadar uzun, cevap veremeyeceği kadar kısa bir vakit tanıdı.

"Eğer bu sürede bir şekilde kendini öldürtmemiş olursan, 20-25 yıl kadar sonra ömrünün geri kalanı için özgür olacaksın, bu ne kadar mümkünse ve ömrünün geri kalanı boyunca özgürlüğün ne demek olduğunu düşünme şansıyla. Şanslıysan gücün seni hayatta tutacak bir yandan tehlikeye atarken. Bir gün öğrettiklerimi başkalarına öğreteceksin sen de, şimdi bunu istemeyeceğini düşünsen de, bir gün hırstan yahut sıkıntıdan isteyeceksin inan bana. Bir zamanlar beni de çekip aldılar kalabalıkların içinden, bir zamanlar ben de insandım. Fakat şimdi o adamdan geriye hiçbir şey kalmadı."

Kafasında ihtimalleri tartacak olmalıydı, bana bir şekilde inanacaktı, bu saçma gelse de, yaşadıklarının gücü reddedilemezdi. 20-25 yıl, geçirecek olmalıydı kafasından ve makul bulmalıydı, birazcık aklı varsa, Eflatun'a ihtiyacı olduğunu fark ederdi. Ölçüp biçmesine izin verdi, ortada gerçek bir seçim yoktu bunu ikisi de biliyorlardı. Fakat bu yine de adildi, sonsuz ömür ve güç vaadine karşılık, bu lanet ve 25 sene. Bunun adil olduğunu anlamasını istiyordu.

"Ben Eflatun. Ben seni zaten tanıyorum. Bu sana ne kadar imkansız gelse de bedenin kadar zihnin de benim, onu çoktan ele geçirdim. Bütün sırların, utançların, yalanların, hepsi benim. Senin buna layık olduğundan emin olmalıydım anlarsın ya. Şimdi Mirza, hala reddetme şansın var beni, çünkü hala beni tanımıyorsun. Şimdi buradan çekip gidebilirsin, bana dair her şeyi silerim aklından ve hayatından çıkıp giderim. Bir lanetli olarak, yolunu yordamını, hiçbir şeyi bilmeden yürürsün gecenin içinde. Muhtemelen ölürsün, fakat ölmeyenlerine de şahit oldum, kendi kaderini tamamen kendisi tayin etmek isteyenler. Bunu isteyen birini yanımda öğrenci olarak zaten tutmak istemem. Bu yüzden seçimini iyi yap şimdi. Ya dön arkanı ve yürü. Bir daha beni hiç görme. Ya da diz çök önümde. Sana kim olduğumdan bahsedeyim..."



Kullanıcı avatarı
Görkem Mirza Levi
True Brujah
Mesajlar: 16
Kayıt: Pzr Eki 12, 2025 2:09 am

Eflatun, diye düşündü. Yarım yarım bildiği şeyler adın arkasını doldurdu ama ne gerçeğe ne de adamın kim olduğuna yakındı. Kapalı dudaklarının arkasında isim yuvarlandı, Arapçada p harfi olmamasını şansın iyi yanı olarak değerlendirdi. Gözleri odanın içinde titrekçe dolandı. Az önce hissettiği o kendine güven, kanın dudaklarında soğumasıyla uçup gitmiş, hafızası olanları hatırlamakta zorlanır hale gelmişti. İşte Görkem'in en saf hali buydu; yanlış bir hareket etme korkusundan hiç hareket etmeyen, gözleri dalga misali kıpırdanıp odaklanacak tek bir yer bulamayan, zamanın fazla olmasından korkan -insanken ve ortalama yetmiş yıl ömrü varken bile bu sayı ona çok geliyor, yirmi yedisinde ölüp gitmeyi ergence buluyor ama yaşamanın ağırlığı hiç hoş karşılamıyordu- genç bir adam. Daha fazlası değildi. Diğer her şey, bütün o hırçınlıklar, bütün o poz kesmeler, Eflatun'un ona yaptığı şeyler ya da bildiği diğer her şey, tam olarak bu halinin üstüne katman katman yerleştirilmiş maskelerdi.

"Hayır." dedi. Sesi kendisinden beklemeyeceği kadar keskin çıkmıştı. Alnı hafifçe kırıştı, gözlerini yeniden adama çevirdi. Yalnız kalmak istemiyordu, çünkü eğer kabul etmezse yalnız kalacaktı. Ne yapacaktı? Ekşi'ye girip vampirlerin en çok nerede takıldığını bknz, editler ve vampir dediğin aristokrasinin modern dünya edebiyatındaki temsilcileridir cümleleri arasında mı bulacaktı? Hayır, denerdi muhtemelen; neyin ne kadar gerçek olduğunu öğrenmek için uçurumun kenarında birkaç defa zıplardı. Ama hayır, yalnız kalmak istemiyordu.

Sesi de yüzü de yumuşarken, "Kölen olmayacağım." dedi. Sonra köle kelimesi anlamını yitirdi. "Özgürlüğüm için senin yanında durmayacağım. İkisi de içi boş kelimeler, adı Yasir Buğra olan bir kuzenim var, soldan giden erkek deve demek yeterince duygusuz olursan. Yanında kalacağım, dediğini yapacağım, öğrettiğini anlayacağım. Bunu borçlu olduğum için yapmayacağım. Yirmi beş yıllık sadakat. Al gitsin. Tanımadığım birine vermek için çok süre. Ama sen beni iliğime kadar biliyor ve hala istiyorsan," Omuzlarını hafifçe silkip söylediklerinin kendisi için olan önemini azaltmaya çalıştı. "hak ediyorsundur."

Gözleri çekingence Eflatun'un gözlerini bir an için buldu. "Buna saygısızlık etmeyeceğim."

Eğer adam böyle şeyler söylememiş olsaydı, eğer deseydi ki hadi yallah, nereye gideceksen git, seninle işim bitti, Mirza kaybolmaktan daha fazlasını yapamazdı. Güvenli alanından çıkmıştı, ona uzatılan eli reddedecek kadar cesur değildi. Gözleri yerdeki bedene kaydı. Yaptığı şey için değil ama hala korkabildiği için kendini hiç olmadığı kadar aciz hissetti. Eve gidip bir duş alacak, öncekine benzer bir maskeyi yüzüne ge-

Ev? Kaşları hafifçe çatıldı, yüzünden bir paniğin hayaleti geçti. Hala evi var mıydı? Yani vardı elbette, bina orada duruyordu sonuçta; Akaretler'in Beşiktaş'a aktığı bir sokağın başında, bir öğrenciye hiç yakışmayacak eski bir güzellikle. Ne yapacaktı? Cem üç defa "Gir!" diyene kadar bekleyecek, sonra ona yaşamı anlamak için belinde bir kılıçla bir aristokrat gibi giyinmesi gerektiğini mi söyleyecekti? Hayır! Bu mantıklı olma sınırını gerçek ya da değil, çok önceden aşmış bir plandı. Dört yıldır tanıdığı adamı düşünmek bile kafasının içinde bir yerlerde bir şeyleri ateşliyordu.

Yeniden Eflatun'a baktı, "Kendimi salak durumuna düşürmemem için birkaç tavsiyen var mı?" diye sordu. Dudaklarında alaya benzer, şüphesiz kendisiyle ettiği bir alay, bir gülümseme oluştu. "Telefon numaranı verip, bir taksi çağırıp beni öylece yollayamazsın. Herhalde." Bir eli beline gitti, kendini görünmez bir güçten korumak ister gibi vücudunun olduğundan daha küçük gözükmesine izin verdi. Bir kere daha yaşamayı öğrenmesi gerektiğini hiç düşünmemişti. Üstündeki gerginliği atmak için, "Bildiğim her şeyi yalan yanlış demeden uygulamaya çalışırsam bir hafta sağ çıkmam gibi geliyor. Tabutta uyu, nehirden geçme; evet, evet, elbette yeterince yüksekten atlarsan yarasaya dönüşebilirsin." diye homurdandı.
Resim
Kullanıcı avatarı
Eflatun
True Brujah
Mesajlar: 11
Kayıt: Pzr Eki 12, 2025 12:06 pm

"Hayır." "Kölen olmayacağım." Kölesi olacaktı, yalnızca bundan haberi yoktu, anlayamıyordu. Eflatun ona zıpla dediğinde zıplayacaktı Bu yalnızca insani, görev bilinciyle yahut psikolojik olarak var olan bir zorunluluk değildi. Bu doğanın taşa kazınmış kanunuydu. Bir çocuk, sireını, efendisini dinlerdi. Hele de karşısında Eflatun gibi, refleks olarak çevresindekilere hükmeden birisi varken, ona itaat etmek bir seçenek değil, Mirza'nın kanının kaderiydi. Bunu henüz anlayamıyordu işte. Eflatun'un ondan neler isteyeceğini, kendinden nefret etmesine sebep olacak o şeyleri nasıl da sırf Eflatun söyledi diye yapmak zorunda kalacağını. Ölümsüzlüğün tadını ve bunu kaybetmenin korkusunu, Eflatun'un onu içine atacağı sonsuz tehlikelerin ışığını uzaktan da olsa göremiyordu henüz. Önemi yoktu, bu bir seçim değildi ne de olsa, ikisi için de.

"Kendimi salak durumuna düşürmemem için birkaç tavsiyen var mı?" "Telefon numaranı verip, bir taksi çağırıp beni öylece yollayamazsın. Herhalde." "Bildiğim her şeyi yalan yanlış demeden uygulamaya çalışırsam bir hafta sağ çıkmam gibi geliyor. Tabutta uyu, nehirden geçme; evet, evet, elbette yeterince yüksekten atlarsan yarasaya dönüşebilirsin." Gülümsedi ve hafif bir kahkaha patlattı. Mirza ona geçmiş günlerden bir gölgeyi, birini hatırlatıyordu sanki, ama kim olduğunu çıkartamadı. Hafızası onu bir kez daha yüzüstü bırakıyordu. Tarihçelerle, şiirlerle, makalelerle dolu zihni böylesine konulara geldiğinde afallıyordu. Umursamadı, çok insan ve kandaş tanımıştı, haddinden fazla. Bir ömre sığmayacak kadar çok, hepsini hatırlaması beklenemezdi, ama her nedense bunu fark ettikten sonra Mirza'ya daha bir yakın hissetti. Sevdiği ya da sevmeye çalıştığı herkesin solduğuna, irrasyoneliteye düştüğüne, yahut büsbütün canavarlaştığına tanıklık etmişti. Mirza henüz temizdi, biliyordu bir gün kirlenecekti ama o güne dek Mirza'yı da sevecekti. Başkaları buna sevgi demezlerdi belki, Eflatun'un buna en yakın hissedebileceği şey buydu ama. Henüz tiksinmediği ya da nefret etmediği bir kişiye karşı duyduğu yakınlık.

"Hikayeler bizi biraz karikatürize ediyor tabii. Nehirden geçememek, sarımsaklardan kaçmak... Eh böyle birkaç manyak yoktur demeyeceğim, ama bunlar türümüzün genelini yansıtmıyor. Bizim hakkımızda ilk bilmen gereken şey, bizim avcılar olduğumuz. Besin zincirinin en tepesindeki soğukkanlı yaratıklar. Sen ve ben gibi daha kudretli olanlarımız dışındakiler yalnızca birazcık kanla yetinebilirler, Öpücük diyorlar bugünlerde buna, sevişirken ya da gece karanlığında ani bir saldırı, boyunlarına eğilip, ihtiyaçları olanı alıp, kurbanlarına durumu fark ettirmeden devam ediyorlar hayatsızlıklarına. Eh, günümüzdeki vampir dünyasının en temel kuralı ya da geleneği bu, eğer sıradan bir Kandaş'ın eline düşmüş olsaydın da sana öğreteceği ilk şey yine bu olurdu. Türünü ya da bize dair olağanüstü olan hiçbir şeyi ölümlülere belli etmeyeceksin. Onların ağzıyla:

Kan'dan olmayanlara hakiki tabiatını ifşa etmeyeceksin.
Bunu yapan, Kan üzerindeki tüm iddialarından feragat eder.

Yani yok edilir işte, süslü cümleler, orjinalleri daha da süslü Türkçe'ye çevirince estetiğini yitiriyor biraz. Maskeli Balo! Böyle diyorlar buna. Her neyse, sana gelenekleri öğreteceğim. Onlara uyman gerektiği için değil, yalnızca dikkatli olman için. Diğer bütün kuralları çıkarlarına göre esnetmeye hazırdır türümüz. İşlerine nasıl gelirse. Fakat bu onlardan da yüce olanlarca denetlenir, affedilemez. Bir gün bir kameraya yakalanırsan ya da ölümlülerin gözlerine, bunun haberi de yanlış kişilere giderse... Başımıza bela alabiliriz. Gereksiz yere çok fazla kişiyi öldürmemiz gerekir yani. Şimdilik senin bu gibi durumlara düşmeyeceğinden emin olalım. Bir süreliğine, sen içindeki canavarı daha iyi tanıyıp onu kontrol altına alabilene kadar, ben yanında değilken insanların arasına çıkman yasak. Bu otelde kalıyor, ya da benimle dolaşıyor olacaksın.

Ama şimdilik bunları geride bırakalım, gelenekleri, dünyamızın inceliklerini, nasıl daha güçlü olacağını ya da hayatta kalacağını. Sana hepsini öğreteceğim, zamanla. Birkaç kitaba hayır demezsin ha, elimde güzel tarih kitapları da var."


Yavaşça yürümeye başladı. Pencereleri perdelerle örtmüştü çoktan, henüz gece olduğu için çekinmeden tutup açtı birini. Üstünde ay ışığıyla, Karadeniz'in coşkun dalgalarının Kilyos sahiline vurmasını izledi kısa bir an boyunca ve etrafı kolaçan etti. Çok uzun zamandır bekliyordu bu anı, her şeyi gözden geçirdi. Dudakları bu anı bekliyordu coşkuyla. Hikayenin mührünü kıracaktı. Arkasını döndü tekrar Mirza'ya doğru ve sonra kapıya doğru yürüdü.

"Her neyse, şimdilik bunları bir kenara bırakalım ve dışarda ay ışığının tadını çıkaralım." Terk edilmiş otelin içinde alt katlara doğru indi. Yerlerdeki kırık cam parçaları, yatakların kopmuş süngerleri, eroinmanların şırıngaları. Hepsini ezip geçti bir sabırsızlıkla ve bunu saklamaya çalışarak. Mirza'nın onu takip edeceğini biliyordu.

"Ah, şimdi, sana bir hikaye anlatacağım. Eflatun adındaki bir adamın, yani benim hikayemi. Bu hikaye çok uzun süredir bende saklı kaldı. Fakat artık yayılacak, sana ve senden senin çocuklarına. Bütün dünyaya! Yürüyelim bir yandan. Dinle beni iyice. Yüzyıllardır anlatılmamış bir hikayeyi duyacaksın ilk defa, bu hikaye yalnızca yaşlı bir adamın hikayesi değil. Bu hikaye, her şeyi anlamlandıran o yapbozun eksik olan parçası. Bunu duymak için cinayetler işlendi, kütüphaneler bir değil çok kez yakıldı, devasa şehirler kılıçlardan geçirilip kemiklerinden Kafatası Kuleleri inşa edildi. Dinle! Ve farkına var, neyi dinlediğinin. Bu hikaye yalnızca Eflatun'un değil, gerçeğe yaklaşan, bütün yalanların arkasındaki gerçeğe güneşe yaklaşır gibi yaklaşmış bir adamın öyküsü. Sırf bu hikayeyi bildiğin için avlanacaksın, sırf bu yüzden en kadim olanlar peşine düşecek. Bu dinlenilebilecek en tehlikeli hikaye! Kabil'in ve soyunun, Kandaşların hakiki hikayesi. Dinle, öğren ve dikil bütün gecenin yaratıklarının karşısında, bildiğiniz her şey yalan diye bağırarak!

Başlayalım ha."
Kısa bir an sustu. Gözlerini aya doğru çevirdi. Yalnızca rüzgarın kıpırdattığı dalgaların ve kum tanelerinin sesi vardı etrafta. Taş zeminden fırlayıp kumların arasına daldı, ayağındaki ayakkabıları çıkartıp fırlattı ve yalınayak yürümeye başladı. "Bir zamanlar, bugünlerde arkeologların hala bulmayı başaramadığı bir köyde, geceleri yürümeyi seven bir adam vardı. Eflatun. Nehirleri takip etti, deniz kenarlarını, bugün farklı isimlerle anılan yıldızları. Eflatun'un tek bir dileği vardı. Her şeyi öğrenmek. Kusursuz zihni ve hafızasıyla erişkinliğe adım atıp köyünü ve annesini terk ettikten sonra 10 yıl boyunca yalınayak dolaştı. Hayvanların alışkanlıklarını, hangi bitkilerin nerlerde açtığını, rüzgarın ne zamanlar nereden estiğini öğrendi. En çok da hikayelerle, bilgiyle ilgileniyordu. Gördüğü her yaşlı kişiye başvurdu. Herkesin hikayelerini dinledi, öğrenmeye, anlamaya çalıştı gerçeği, köklerini, var oluşun, her şeyin sebebini. Cevaplarda pek çok şey vardı, hikayeler, kimsenin ulaşamayacağı tarihi bilgiler, efsaneler... Fakat hakikat yoktu. Bir gece yalnız başına yürürken yanına birisi yanaştı, gülümsedi ve onunla beraber yürümeye başladı. "Gerçeği aradığını duydum ve sana geldim! Gerçekle birlikte. Benim adım...""


Kullanıcı avatarı
Görkem Mirza Levi
True Brujah
Mesajlar: 16
Kayıt: Pzr Eki 12, 2025 2:09 am

Ay ışığının yer yer loş, yeri belirsiz ışıklarla süslendiği gecede sessiz adımlarla Efltun'u takip etti ve hem otelin içinde hem de hikayenin içinde onun biraz arkasından, nerede olduğunu ve ne dinlediğini tam bilmeden yürüdü. Önündeki adamın baskın sesi, duymaması gereken sesleri delip geçiyor, Mirza'nın ayaklarının yere basmasını sağlıyordu. Gözleri belli belirsiz bir ona kayıyor, sonra hemen toparlanıp bakmaya gücünün yetmediği bir şey görmüş gibi bakışlarını başka bir tarafa çeviriyordu. İstanbul'dan Karadeniz'e uzanmak her zaman olduğu gibi ona hala garip geliyor, gençliğe mahkum edilmiş adamın teni yaşama çok da elverişli olmayan su karşısında ürperiyordu.

Konuşmadan ve soru sormadan dinledi. Söylemek istediği ya da soracak sorusu olmadığından değil de, sahnenin ona ait olmadığını bildiğinden susmuştu. Yoksa kafasının içinde dolanıp duran anlamlı ve anlamsız sorular çalı gibi orantısız ve bakımsız bir şekilde büyüyordu. Zaman geçip ay gözlerinin önünden akıp giderken de büyümeyi bir an için bırakmadı. Ama o kısa zaman içinde değişen birkaç şey olmuş, Mirza içinde doğan ve takındığı sakinlik maskesini delip geçen bir hisle yoğrulmuştu.

Sözler söylendi, ki bunlar pek tek taraflıydı ve her şeyin hemen anlaşılması gerekmediği gün gibi ortadaydı. Belki bundandır, Mirza onların çoğuna düşünceleri arasında bile yer yermedi ve o büyüyen çalıları kesip attı. Sormayacak, söylemeyecek ve düşünmeyecekti. Şimdi değil, diye geçirdi içinden. Zaten bir bok anlamıyorum, daha da çorba olmaya gerek yok.

Kuruyan boğazının etleri birbirine yapışırken vaktinin azaldığını biliyordu. Neden ya da nasıl, onun hakkında bir fikri yoktu ama artık ritmik hale gelmiş o kaşıntı onu dürtüp duruyordu. Nedenini anlaması, tepesinden uçan kuşların gürültüsünü kemiklerinde hissetmesiyle gerçekleşti. Güneş birazdan tepelerine doğacak, kuşları getirdiği gibi Mirza'yı götürecekti. Ne yapacağından habersiz Eflatun'a baktı. Burada kalacaktı, iyi. O kadarını biliyordu. Ama gerçekten uyuyacak mıydı yoksa bir köşede zamanın akıp gidişini izleyerek karıncaları mı sayacaktı? Bir kere daha bu kadar bilgisiz olmaktan nefret edip gözlerini yere çevirdi ve ilginç bulmadığı çatlakları derin anlamlar içeriyormuş gibi izledi.

Neyse ki içgüdüleri onun yerine karar vermiş, Eflatun izin verdiğinde -ki adam izin vermişti, Mirza onun bunu yapabileceğini ve kendisinin buna ihtiyacı olduğunu bilmiyordu bile- otelin daha ücra bir köşesine doğru rüzgarda yalın yaprak gibi sallanıp gitti. Daha ne olduğunu anlayamadan ya da ne yapacağına karar vermemişken, boş vücudunun çöküyor olduğuna dair bir ağırlık hissi Mirza'yı eski püskü, bir kısmı çoktan erimiş, kahverengi bir koltuğa çökmeye zorladı.
Resim
Kullanıcı avatarı
Darkaon
Mesajlar: 36
Kayıt: Pzt Eki 06, 2025 7:54 pm

EXP
Cevapla
  • Bilgi
  • Kimler çevrimiçi

    Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 0 misafir