1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

Orion Kütüphanesi

Gönderilme zamanı: Cmt Eki 18, 2025 11:46 am
gönderen Ege Karaman
Tur Süresi: ??
Başlangıç Konumu: Beşiktaş / "Orion Kütüphanesi" adlı bir mesken
Oyuncular: Ege Karaman -


On dört bin yıl gezdim pervanelikte
Sıdkı ismin duydum divanelikte
İçtim şarap'ın mestanelikte
Kırkların ceminde dara düş oldum

Kırkların ceminde
Haydar Haydar Haydar Haydar
Haydar Haydar Haydar Haydar
Haydar dost dara düş oldum

Güruh-i Naci'ye özümü kattım
Âdem sıfatında çok geldim gittim
Bülbül oldum firdevs bağında öttüm
Bir zaman gül için zâra düş oldum

Bir zaman gül için
Haydar Haydar Haydar Haydar
Haydar Haydar Haydar Haydar
Haydar dost zara düş oldum


Eski plağı yerleştirip sakince kitaplarının tozunu alırken, Ege kafasını kişisel gelişim kitaplarının olduğu yöne çevirdi. Kendi elleriyle hayat verdiği ve son 5 yıldır hizmetinde olan homunculus Albey artık daha da meraklı bir şekilde ihsan olmanın, mutlu hayat yaşamanın yollarını aramaktaydı. Beyinin ona sönmeye yüz tutmuş fakat soğuk bir kış gününde sıcaklığının muhtaçlığını çektiğimiz o şömine ateşi gibi iç ısıtan gülümsemesine karşın dudaklarını araladı.

“ Suretime hangi mânâyı doldurayım: hatıra mı, hata mı, yoksa hizmetin sessiz sebatını mı?” ardından elinde modern yazarlardan birisinin kitabını alıp sayfaları karıştırmaya başladı.

Ege başını sola eğerek meraklı bir şekilde ağır adımlarla Albey’e yaklaşırken gölgesi hala daha rafları temizliyordu. Günlük rutiniydi…

Dudaklarını araladığında ise Cumhuriyet Dönemi edebiyatı ve İngiliz terbiyesinin harmanlandığı o eşsiz diksiyonunu konuşturdu.


“ Suretin boş bir kap değil, terbiye bekleyen bir cevherdir; mânâyı üç sacayağıyla kur: hatıra yönünü tayin eder, hata vicdanını uyandırır, hizmet karakterini çiviler. Tertip şudur: önce bir söz edin, o söz uğruna çalış, yaptığın hatayı gizleme, ıslah et, hakikati hafızaya kaydet; kör itaate düşme, iradeni muhafaza ederek hizmet et. Bil ki hatıra bedeli ödenmemişse süstür, hata itiraf edilmemişse zehirdir, hizmet akılla ve merhametle yapılmamışsa esarettir. İnsan olmanın ölçüsü, hesap verebilir bir sebat, düzeltilmiş bir hata ve bedeli ödenmiş bir hatıradır; her günün kör anını yakala, seçimini onunla mühürle.”

Sükunet kapladı bütün kütüphanenin içini. Albey ismi gibi al yanakları ve beyfendi duruşu ile kafasını iki kez yana salladı önce, beyinin verdiği cevaba şaşırmış olacaktı ki derin bir nefes alıp etrafına bakındı. Diğer soydaşların hizmetkarlarıyla tanışmıştı bu kısacacık ömründe. Onlar efendileri ile böyle derin sohbetlere girmiyormuş meğerse. Albey bu sefer başıyla onaylayıp aynı efendisinin sıcak gülümsemesi ile dudaklarının mühürünü bir kez daha açtı.

“ Beş senelik ömrüm kayda girdi; lâkin ruhum defterhâneye kabul olundu mu?”

Merakla çıkarıvermişti ağzından, Ege’nin stoik ifadesi bozuldu, hizmetkarı onu da şaşırttı en sonunda, en mükemmeli yaratma gayesi belki de insan olduğu dönemde inandığı inancın doğrultusunda şirk sayılan ürünü meyve vermeye başladığını hissetti.

“ Bilinmezlik içimi sıkar, endişem baki; fakat sualinin dirayetiyle iftihar ederim, zira iyi hizmet muğlakta doğru soruyu tutabilmektir.” ardından dudaklarının birbirine bastırdıktan sonra, göğsü sanki ademoğlu olduğu dönemlere bir nostalji gibi yukarı aşağı hareket etti. “ Tecrübem odur ki sualler çoğu kez birden çok cevaba açılır; asıl kıymet cevaptan ziyade sualin kendisindedir.” diyerek elini Albey’in omzuna koyup bir kez bir baba edasıyla sıktıktan sonra başıyla onaylayıp kütüphanenin kapısına doğru gitti, kapalı ibaresini ters çevirip konakladığı ve üniversite öğrencilerinin uçsuz bucaksız araştırmalarına destek olduğu kütüphanesini alacakaranlığa bir kez daha açtı.

Re: Orion Kütüphanesi

Gönderilme zamanı: Cmt Eki 18, 2025 5:09 pm
gönderen Ege Karaman
Plak bittiğinde Albey yeni plağı koymak için efendisinin koleksiyonunu kurcalamaya başladı, Ege hiçbir şekilde karışmazdı. Sonuçta hizmetkar efendisine en iyi şekilde hizmet etmek için elinden geleni yapıyordu. Kemikli uzun parmaklarını plakların arasında gezdirirken aradığını bulmanın sevinciyle bir anlık çocuksu bir nara attı.

"Ah! İşte buldum! Biraz da Klasik..!" plaklarından bir tanesini koyduktan sonra sesini biraz daha açıp kendi işlerini ve araştırmalarını yapmak için odasına doğru yolunu tutan Albey, efendisine o sükunet dolu istirahat zamanını tekrar vermişti.

Ekim gecesi Beşiktaş kokusunu üstüne almış, denizden gelen tuzla kestane dumanı aynı rüzgarda karşıyordu. Orion Kütüphanesinin kapısında Ege, eşiğin tam çizgisinde duruyor, bir ayağı kaldırımın ıslak taşında diğer ayağı ise kapının eski meşe döşemesindeydi. Bronz tokmak üç küçük perçin şeklinde aynı Orion'un kemeri gibi yan yana dizilmiş, parmakları değince soğuk metali sanki gökten kopmuş bir para gibi titreştiriyordu. Kapı kanadına her ışık vurduğunda; solmuş yıldız haritası lacivert boyanın altından bakır gibi parıldardı. İçeriden kağıt, toz ve ozon kokusu ve dışarıdan martı çığlığı, çarşıdaki kapanmaya yaklaşan esnafların çayhanesinden gelen çay kokusu gelirdi. Saçaklardan ince ince bir çise damlıyor, kaldırımda ise ışılları kırpıp çoğaltıyordu. Ege, rüzgarla beraber ceketin eteklerini toparladı. Başını az yukarı kaldırıp göğe bakarak yine o nostaljik bir geçmişi andıran eski alışkanlığını yaptı.Nefes al, nefes ver. Bulutların arasında üç dostu da ona ışıldarken, dudaklarını yukarı doğru tembelce kıvırıp dükkanının mütevazı tabelasını okudu. "Orion." O an şehir bir nefes verip aldı. İçerinin loş sıcaklığı ile sokağın huzur verici serinliği eşiğin çizgisinde birbirini selamlıyordu.

"Her zaman gençlerimizin zihninde olacak bir soru, Abyss yokluk mu yoksa ölçülemeyenin payı mı?" ardından cebinden piposunu çıkarıp sakin bir şekilde gözlerini kapattı, o sırada vücuduna hücum eden kanı ve bütün vücudunun adeta bir makine gibi çarklarla çalıştığını ve ihtiyacı olan yakıtın kan olduğunu düşünerek, vücudunun fonksiyonlarını harekete geçirerek pipoyu dudaklarının arasına yaklaştırdı. Biraz Ingiliz pipo tütünü biraz da Adıyaman tütünü harmanladıktan sonra pipoyu iyice sıkıştırıp kibritle ateşe verirken kalbinin hızlandığını ve içindeki bir huzursuzluğun oluşumunu gülümseyerek def ederken dumanı derince bir çekip sualine devam etti.

"Nihilistik bakış iyidir, kolay bir rahatlıktır fakat hiçbir şeye inanmamak ilk bakışta yarasız olmaya benzetilir, halbuki o bir zırh gibidir ve o zırhı taşımak ağırdır. Yürüyüşü bozar. Anlamı bulmaya çalışmıyorum, davet ediyorum. Abyss'in en uç köşelerine davet edilesim var bu gece. Korkum baki endişem yerinde fakat küçücük bir umut bile bir nefsin değerlerine neler katabilir hep görülmüştür bu elbet. Insan olmanın ölçüsünü unutalı çok oldu, terazi bende yanlış tarafa basıyor. Yavaş yavaş unutmaya ve içimdeki yaratığa benzemeye başlamaya."

Ardından ağzından çıkan dumana odaklanıp düşüncelere daldı.

Re: Orion Kütüphanesi

Gönderilme zamanı: Sal Eki 21, 2025 9:37 pm
gönderen Jin-ho Argyros
İyi olanı takip eden bir lanet vardır.
Ne kadar verirsen o kadarını alır.
Ne kadar seversen o kadar ihanet vardır.
Sessizlik içinde kendini tutarsın, çünkü güç budur sanırsın.
Affedersin o en derin yaraları açanları,
Bunu bildikçe yenisini açacaklardır.

Cengo, Beşiktaş'ta bir barın salaş yerleştirilmiş koltuklarından birinde oturmuş, masaya saçılmış oyun kartlarını soğuk bir ifadeyle izliyordu. Kolundaki beyaz altın saate kısa bir an baktıktan sonra, önünde duran bir tomar poker fişini iki eliyle masanın ortasına doğru iteledi. Birilerinin çocuk gibi sevinerek attığı kahkahaları görmezden geldi. Yeni el başlayana kadar olan kısacık zaman diliminde etrafına tekrardan bakındı ve zevkleriyle uyumlu mekanın iç tasarımını takdir etti. Duvarlar ahşaptı. Bar tezgahı tam ortadaydı, ve etrafta salmalanan koltuklar tezgaha kıyasla çok aşağıda kalıyordu. Barın önünde asılı duran cam bardaklar, barmenin hızlı hareketleriyle ivme bulup birbirine çarparak rahatsız edici bir ses çıkarıyordu. Arka planda kısık sesle çalan R&B şarkılar barın havasıyla pek uyumluydu. Duvarda postlar, kafatası süslemeleri, kimisi kırık antika birkaç eşya ve maskeler asılıydı. Bir çeşit tütsü yanıyor olmalıydı, lavanta ve zambak kokusu her yere yayılmıştı.

Göz açıp kapayana kadar bir el daha geçip gitti. Cengo kaybetmeyi pek sevmezdi, ama bu masa bir kumar masası sayılmazdı. Burada fiş değil bilgi satılırdı. Kaybedilen her bir fiş, bir diğer önemli bilgi demek oluyordu. Kulağından gelen geçen fısıltıların bazılarını önceden de duymuştu, şehrin sessiz hafızasını bu dönemlerde pek çoğu topluyordu. Ama bu gece onun için hiç de kötü bir av olmamıştı.

"Evet baylar, usulüyle de kaybettiğimize göre, bu gece benden de bu kadar." Diyerek ayaklandı. Masadan itiraz sesleri yükseldiyse de, pek umursamadan devam etti ve kendini gecenin karanlığına bıraktı. Sokakta birkaç ayyaş bağrışıyorlardı. Henüz ışıklar kapanmamıştı, bazıları pek çok gece kapanmazdı. Sokak lambaları arasındaki simetrik olmayan boşluk her seferinde Cengo'yu rahatsız ederdi. Yerdeki çöpleri, kırık camları, uzaktan duyulan egsoz seslerini ve buldukları ilk yere fütursuzca park edilmiş gibi duran arabaları görmezden gelmeye çalıştı. Kuzeyden esen nemli bir meltem yüzünü yalarken, ayaklarının onu nereye gitmek isterse oraya götürmesine izin verdi. Cebinden çıkardığı eski, kablolu bir kulaklığı kulaklarına takmaya çalıştı. Sürekli tarafları karıştırır ve kulaklık uçlarını düşmemesi için kulağının derinlerine kadar sokmak zorunda kalırdı. Eğer doğum gününü hatırlasaydı, alabileceği güzel bir hediye iyi bir kulaklık olurdu; hoş bir tanesini kolaylıkla alacak parası da vardı ama o da herkes gibiydi. Bazı şeyleri bilmeden ihmal ederdi.

Usulca yolda yürümeye devam ederken, paltolu bir genç ile çarpıştı. Genç başını eğip yola devam etmeden önce eline bir zarf sıkıştırdı. Cengo, hızla uyguladığı bu plan için kendiyle gurur duymuş, çağrısına bu kadar hızla cevap verildiği için de müteşekkir hissetmişti. Başını saygıyla eğdi ve hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etti.

Beşiktaş'ın dar sokaklarında dakikalarca, belki bir saat yürüdü. Orion’un loş tabelası uzaktan göründü; kapının önünde kısa bir gölge kıvrılmış, rüzgarla kavga eden tabelanın altında duruyordu. Cengo adımlarını yavaşlattı, yansımalarını ıslak taşlarda izledi. Saçlarını kapüşonuyla örtmüştü. Ara sokaklardan birine dalarak beklemeye başladı. Sırtını duvara dayadı ve iç çekti. Yağmur montuna çarptıkça saçılıyordu, bu görüntünün izlerini gölgesinde aradıysa da bulamadı. Bu işler biraz böyle yürürdü; bazı şeyleri hissedip görsen de başka açılarda keşfetmek zordu. İnanç denen illet herkesi bir noktada kölesi yapardı ve bu inançlar birbirleriyle çatıştıkça da kavgalar çıkardı. Oysa gerçek, bireysel olarak yorumlanıp yaşandığı kadarıyla farklılık gösteren bir şeydi; öğretilen doğruların dışına çıkmak ise kapris sayılırdı.

Sonunda sokağın öte tarafından yürüyen genç bir adam gördü ve hızla yanına yaklaştı. Gözlerine bakıp bir şeyler anlattı; kim olduğunun bir önemi yoktu, sadece yanlış yerde yanlış zamandaydı. Karşı gelemezdi, ısrar edemezdi, sadece söyleneni yapıp sonrasında hatırlamamakla mükellefti. Cengo, adamın eline bir zarf tutuşturdu ve usulca kütüphanenin girişine doğru yürümesini izledi. Adam, kapıyı bir karış açıp elinde tuttuğu zarfı içeri yuvarladıktan sonra kapının kendiliğinden kapanmasına izin verdi. Hemen sonra küçük bir an yüzünde bir afallama belirmişse de, üzerinde çok durmadan kendi yolunda yürümeye devam etti. Cengo, yapmak istediğini başarmanın şerefiyle sokağı hızlı adımlarla yürüyüp ortalardan kayboldu.

Eğer zarf fark edilmiş ve açılmışsa, içinde küçük bir not ve bu nota iliştirilmiş bir sim kart vardı. Notun üzerinde tek bir cümle yazıyordu.
Hayalin büyük olanı güzeldir.

Re: Orion Kütüphanesi

Gönderilme zamanı: Sal Eki 21, 2025 11:24 pm
gönderen Ege Karaman
Orion’un camlarına Ekim’in ince yağı düştükçe içerideki toz kokusuna hafif bir ozon serinliği karışıyordu. Döşemenin orta yerinde açılmış şehir krokisinin kenarına Ege, kurşun kalemle küçük bir işaret atıp eliyle gölgesini düzeltti. Tam o sırada kapının altından sürtünerek geçip duran zarfa ait kuru bir “çıt” salonda yankılanıp masadaki pirinç pusulanın ibresini bir kıl genişliği oynattı. Kapıya yakın duran Albey, bir refleksle eğilip zarfı aldı; bakışında “bu neyin haberi” diyen tereddüt, sesinde merakın sarsıntısı vardı.

“Üstü bomboş,” dedi. Açınca iki şey çıktı: bantla tutturulmuş bir SIM kart ve tek cümlelik bir not. Cümle, bir motto gibi kısa: “Hayalin Büyük Olanı güzeldir.”

Ege, kâğıt üzerindeki işaretini bitirdi, kalemi masaya bıraktı. “Geceyi kirletmeyelim,” dedi sükûnetle. “Sabah bakarsın.”

Albey, notu lambanın sıcak ışığına doğru kaldırdı, SIM’i işaret parmağıyla çevirdi. “Efendim,” dedi, “mürekkep kokusu taze… Kağıdın lifinde nem hâlâ duruyor. Bize şimdi niçin?”

Ege, omzunu hafifçe silkti. “Merak, hem nimet hem borç senedidir,” diye mırıldandı. Albey’in yüzünde sönmeyen soruyu görünce kendi içindeki kıpırtıyı bastıramadı. “Temiz bir cihazın var mı?”

Albey çekmeceden mühürsüz bir kutu telefon çıkardı; iğneyi tepsiye bastırıp kartı yerleştirdi. Ege o aralık kepengin perdesinden sokağı ölçtü: kaldırım taşlarında su ince bir perde gibi akıyor, rüzgâr saçakları usulca yokluyordu. “Sıcaklıkta anormal kırılma yok,” dedi daha çok kendi kendine.

Telefon uyandı; şebekeyi bulunca ekranın üstünde yeni bir kayıt belirdi: “1 hat eklendi”. Ege masaya döndü, krokideki imleci sildi. “Ara,” dedi kısa bir aralıkla. “Soruyu açık tut. Konu değersizse uzatma.”

Albey başıyla tasdik etti; hoparlörü açmadan ahizeyi kulağına götürdü. Hat üç kere çaldı. Ege, kâğıdın kenarına minik bir not düştü: “kör an? --- 22:14”. Dördüncü seste karşı taraf açıldı; önce sadece nefesin pürüzü geldi, sanki birinin omzuyla duvar arasında sıkışmış hava.

Albey’in sesi, kütüphanenin raflarına yakışan sakin bir tondaydı: “Bu hattı bırakan siz misiniz? Cümlenin sahibini soruyorum.”

Ege, masanın kenarında parmaklarını üç kez vurdu; ritim, plağın görünmeyen çıtırtısına karıştı. Saat, uzaktan tıkırdayarak doğruyu teyit eder gibiydi; rüzgâr dışarıda yağmur çizgilerini yan yatırıyordu. Orion, cevabı kadar suskunluğu da kayda geçirmeye hazır bekledi.

Ege, ahizedeki nefesin pürüzünü bir kenara itip başıyla “bekle” dedi; notu avuçlarına aldı. Kâğıdın lifini parmak içleriyle yokladı, gözlerini kapadı; nefesini plağın çıtırtısına eşledi. Eşyanın Ruhuna dokunur gibi...

Zorlamadan, hatırayı ürkütmeden.

Bir Türk genci, üniversiteli, aceleyle evine dönüyor. Sıska ve uzun boylu; ıslanmış kaldırımlarda spor ayakkabıları “şap” diye ses veren, kapüşonlu ince bir naylon mont giymişti. Saçları yanlardan kısacık, alnına düşen tutam sürekli gözünü kaşıtır; sol elinin işaret parmağında kalem mürekkebi lekesi vardı. Bir kulağında ucuz bir kulaklık, üstünden deterjanla karışık simit susamı kokusu gelirdi.

Re: Orion Kütüphanesi

Gönderilme zamanı: Cum Eki 24, 2025 12:16 am
gönderen Jin-ho Argyros

Cengo, elinde tuttuğu telefon henüz köşeyi döner dönmez titreyince gülümsedi. Belki düşmanın inine bu denli yaklaşması riskti; ama bunu yapmasının birçok sebebi vardı. Bu Ege denen zad sıradan bir kandaş değildi. Saldığı auranın büyüklüğü, kütüphanenin tekin durmayan camlarına kadar vurmuş; Cengo'nun duyularını hemen harekete geçirmişti. Onunla gerçekten de uğraşmak istiyor muydu emin değildi; ama görmezden gelinemeyecek kadar önemli biri olduğu da kesindi. Yağmurun bir an duraksamasıyla nefes almaya fırsat buldu. Kapüşonunu indirmedi; ama yağmuru izleyen toprak kokusunu ve tozun oturmasıyla iyice belirginleşen temiz havanın keyfini çıkarmak için kendine izin verdi. Telefonu sakince açıp kulağına koydu.

“Bu hattı bırakan siz misiniz? Cümlenin sahibini soruyo...”

Kibarlıkla gelen güvensizliği hemen tanıdı. İçgüdüleri, konuşmak istediği kişinin o olmadığını hızlıca haber etmişti. Cengo'nun yüzündeki gülümseme iyice kıvrıldı; bu durum gerçekten de sıkıcı başlayan bir akşamı iyice heyecanlandırmıştı. Elbette telefonu hizmetçisine açtırtacaktı; bu, vampir dünyasının yazılı olmayan bir kanunu olmalıydı. Cengo ise sadakatin gönüllü olanını severdi. Bugüne kadar ölmeden nasıl geldiğini doğrusu kendi de bilmiyordu. Şüphesiz onun da acımasız olduğu yanları vardı.

"Benim tabi canım da, hattı bıraktığım kişi sen misin ki acaba?" Diyerek araya girdi. Sesinda alaydan ziyade, eğleniyormuş gibi bir hal vardı. "Neyse, çok da önemli değil aslında." Diye devam etti. "Duydum ki taaaaa Britanya'dan buralara kahraman olmaya gelmişsiniz."

Cengo, karanlıkta yürüyenlerin ışığı aramadığını çok iyi bilirdi. Söyleyecekleri hiçbir şeyi değiştirmeyecekti. Ama ilettiği mesajın doğruluğuna da adı kadar emindi. Net ve kesin bir tonla anlatmaya devam etti;

"Da işte, buralarda kahramanlar ya toprak oluyor ya da devran dönmeyince toprağa konuşuyor. Haberin olsun.”

Re: Orion Kütüphanesi

Gönderilme zamanı: Cum Eki 24, 2025 7:56 am
gönderen Ege Karaman
Albey, karşıdaki sesin kıvraklığına rağmen “yaratıcısına kıyasla henüz çocuk” bir tını taşıdığını, sözlerinin de rivayet koktuğunu sezince başını yana eğdi; başparmağıyla telefondaki mikrofonu kapatıp Ege’ye alçak sesle sordu: “Müsaadenizle efendim… Karşıdaki zât, sözü kulaktan dolma; edebi var ama yaşı genç. Arz eder miyim?” Ege’nin kısa bir baş işaretiyle onayı gelince mikrofonu açtı; sesine Cumhuriyet devri usulünce sükûnet ve ölçü kattı.

“Beyefendi, kahramanlık dediğiniz şey, matematik bir hakikat değil; râvilerin terazisinde tartılan, seyircinin bakışına göre şekil alan bir kıssadır. Birinin destanı, ötekinin felaketidir; bir şehir alkışlarken öbürü aynı hadiseye ‘haddini bilmezlik’ der. Kahraman, kendi zamanının aynasında büyür; zaman değişince aynadaki suret de değişir. Bu sebeple kahramanlık, objektif bir kıymet ölçüsü olmaz: vakıayı değil, vakıanın hikâyesini ölçersiniz. Yargı, çoğu kez neticeye değil narratife bağlanır; rivayet kuvvetli ise suç bile maharete tebdil olunur, rivayet zayıfsa fazilet dahi kusur sayılır.

Şahsen kanaatim şudur: Asıl mühim olan ‘kahraman’ sıfatı değil, bedeli ödenmiş fiildir. İmza attığınız her işin muhasebesini verebiliyorsanız; zararı asgaride tutuyor, borcu üstleniyor, yaptığınızın yükünü omzunuza alıyorsanız, adına ne derseniz deyin - ki kahramanlık da, hizmet de, sıradan vazife de- hepsi yerini bulur. Lâkin yalnız alkışa bakan, yalnız efsaneye yaslanan her hamle, gün gelir kendi gölgesinde tökezler.

Cümlenize gelince… ‘Hayalin Büyük Olanı güzeldir’ diyorsunuz. İzin veriniz, bir anti-tez bırakayım:
‘Büyük hayal, bedeli ödenmedikçe yalnız başkasının kâbusudur.’

Veya daha keskin söyleyeyim: ‘Büyüklük, hesabı verilmedikçe kibirdir; güzellik, acıyı üstlenmedikçe süstür.’

Bizim için mesele kahramanlık değil, hesap verilebilir sebattır. İstiyorsanız konuşuruz; fakat rivayet değil, muhasebe üzerinden.”

Re: Orion Kütüphanesi

Gönderilme zamanı: Cum Eki 24, 2025 10:41 am
gönderen Jin-ho Argyros

Bir an ses kesildi. Cengo gözünün ucuyla ara sokaktan geçen orta yaşlı bir adamı fark etti. Hızlıca etrafına baktı ve bir kamera ya da görgü tanığı olmadığına emin oldu. Adam boynuna bir atkı dolamış aval aval yürüyordu; ya sarhoştu ya da bir tık daha fazlası. Cengo umursamadı, usulca hedefe yaklaşırken telefonun diğer ucundaki adam konuşmaya başlamıştı.

Hizmetkarın sözlerini uzaktan dinlemeye devam ederken, dişlerini usulca kurbanının boynuna geçirdi. Telefonu sessize bile almaya gerek duymamıştı, yaptığı şeyin anlaşılmasını sağlayabilecek en ufak bir ses ya da ipucu yoktu. Kurban hafızasında mutlu bir anı oluşurken, boynundan tutulmuş bir kedi misali sessizce donakalmıştı. Cengo, kan vermek için hastaneye gittiğinde verilebileceğinden fazlasını içmedi.

‘Büyüklük, hesabı verilmedikçe kibirdir; güzellik, acıyı üstlenmedikçe süstür.’

Cengo adamın hafızasıyla biraz oynadıktan sonra yüzünde mutlu bir ifadeyle uzaklaşmasını izledi. Kurban az önce bir şey başarmış gibi duruyordu, belki cinsel bir fantazi, belki sokakta bulduğu bir fahişeyle güzel bir anı. Birkaç gün arkadaşlarını eğlendirecek bir hikayeydi belki; ya da karısını kıskandıracak bir gerekçe. Pek umursamadı. Onun yerine boğazını temizledi ve telefonun diğer ucundaki adamı birkaç cümle daha eğlendirmeye karar verdi.

"Sen çok bilge bir beyefendiye benziyorsun. Madem ki kahramanlık bir algı meselesi, muhasebe etmenin ne değeri kalmış ki ama şimdi? Kendi kendine yaptığın muhasebeye kibir denir; başkasına yaptığın muhasebe ise, yine senin mantığınla, değersizdir. Zira muhasebenin kendisi zaten herkesçe farklı bir anlam bulur ve önemli olan yaptığın muhasebeden çok kime yaptığın oluverir."

Cengo, adamın realizmle birleşen bakış açısını pek sıkıcı buldu. Böyle düşünürse yüzyıllar olduğu gibi geçer gider, hiçbir şey değişemezdi. Yenilik inançla, inanç da hayal kurmakla olacak şeydi. Gerçekleştirebildiklerinin çoğu inandığı, en kötü ihtimalle aklından o fikri geçirme cesaretinde bulunduğu için gerçekleşebilmişti; ve onları var ettikçe anlamlıydı onca yüzyıl. Öteki türlüsü bir emir kulu gibi yaşamaktı ve inanmaktı söylenen her şeye doğru yanlış bilmeden.

"Hayal kurmayı pek hayalperest buluyorsun ama söyle bakalım, şu an yaşadığın kimin hayali ki acaba?" Diye sordu. Cevap beklemedi; ama söylenecek bir şey varsa da dinleyecekti. Daha fazlasını anlatmakla uğraşmadı; sadece ıslanan dudağını parmağıyla silip, ucunda toparladığı bir damla kanı da yaladı. Bugünlük bu kadarı yeter, diye düşündü. Daha fazla konuşarak bir şeyleri riske atmaya değmiyordu. Telefonun ucundan gelebilecek birkaç kelimeyi de sindirdikten sonra, bu eski cihazı yanından geçtiği bir çöp kutusuna hattı kapatmadan bıraktı ve evin yolunu tuttu.

-Exit-