1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

RUNWAY

Gönderilme zamanı: Cum Eki 24, 2025 9:14 pm
gönderen Sualp
Tur Süresi: -
Başlangıç Konumu: Runway
Oyuncular:Sualp -
Müzik
Resim

Neon ışıkları, tavanın çatlaklarından süzülen damarlar gibi soluk kırmızıyla yanıp sönüyor.
Betonun altındayız — ama burası şehirden daha canlı.
İstanbul’un kalbi yukarıda atıyor olabilir, ama ruhu çoktan buraya, bu yeraltı tünellerine sızmış durumda.
Runway, o ruhun yankısı.
Bir zamanlar trenlerin geçtiği, şimdi ise sessizlik ve müzik arasında gidip gelen bir boşluk.

Masalar, eski peronların üzerine yerleştirilmiş.
Rayların izi hâlâ belli — kimse kaldırmadı, çünkü kimse geçmişi tamamen silmek istemedi.
Her köşede başka bir nefes, başka bir sır.
Bir masada iki kişi başlarını birbirine eğmiş, fısıltılarla anlaşmalar kuruyor.
Diğerinde, ellerinde kadehlerle birbirine gülümseyen ama gözleriyle savaşanlar var.
Köşedeki aynanın karşısında, yüzünü defalarca değiştirmiş biri kendi suretini inceliyor.
Burada herkes bir parçasını gizler, bir parçasını da bilerek gösterir.

Ben genelde ortadaki masanın arkasında olurum.
Eskiden makinist kabiniymiş burası; şimdi kırmızı ışığın altında küçük bir merkez gibi.
Masamda eski bir ray haritası durur — solmuş, kenarları yırtılmış, ama benim için hâlâ kutsal.
Çünkü bu tünellerin her biri bir anıya çıkar.
Ben Runway’i inşa etmedim; o zaten vardı.
Sadece yankısını duydum ve dinlemeyi bildim.

İlk zamanlar burası bomboştu.
Sadece pas, yankı ve birkaç fare.
Ama bir yerden sonra yabancılar geldi.
Bazıları meraktan, bazıları kaçacak yer kalmadığı için.
Kimi geçmişinden saklandı, kimi geleceğini satmaya geldi.
Ben hepsine aynı şeyi verdim: bir masa, bir ışık ve konuşma hakkı.
Runway’de kimse sessiz kalmak zorunda değildi, ama herkes dikkatli olmalıydı.
Çünkü burada atılan her kelimenin yankısı duvarlarda kalır.

Biraz ileride devasa bir daire var.
Eskiden rayların birleştiği dönemeçmiş — şimdi bir diskoya dönüşmüş.
Tavan boyunca dönen ışıklar, paslı metalin üzerinde parlıyor; her titreşimde duvarlar nefes alıyor sanki.
Bas, kalp atışı gibi yankılanıyor; müzik kimsenin sesi değil, herkesin yankısı.
Yabancılar pistte kaybolurken, hareketleri ve enerjileri birbirine karışıyor; bir ritim, bir gölge, bir fısıltı hâline geliyorlar.
Burası bir dans alanı değil, itiraf yeri.
Ne söylendiği değil, ne saklandığı duyuluyor burada.
Yukarıda şehir çürürken, aşağıda ritim hâlâ yaşıyor.

Kapıdaki güvenlikler, yıllardır aynı adamlar.
Bazılarını ben bile unuttum, ama onlar beni hep tanır.
İsimleri yok, gerek de yok.
Biri bana bakar, başını hafifçe eğer.
Ne selam, ne saygı — sadece sessiz bir tanıma.
Burada herkesin geçmişi birbirine dokunur, ama kimse bunu yüksek sesle söylemez.

Bazen bir yabancı gelir.
Yüzünde kaybolmuş bir ifadenin kalıntısı vardır.
“İçeri girebilir miyim?” diye sormaz.
Benimle göz göze gelir, ve ben bilirim.
Runway onu çağırmıştır.
Ben sadece kapıyı açarım.

Gecenin ilerleyen saatlerinde, müzik yavaşlar.
Işıklar solgunlaşır, hava ağırlaşır.
Bu, Runway’in kalp atışıdır.
O anlarda herkes, ister tanıdık ister yabancı olsun, aynı sessizliğe gömülür.
Bir kadeh sesi yankılanır, bir nefes verilir, sonra her şey yine dengeye döner.

Ben arkamdaki duvara yaslanırım, çakmağımı çeviririm.
Üzerinde hâlâ kazınmış o isim durur —

Durur mu gerçekten?
Gözlerim harflere takılıyor, ama satır kayıyor.
Bir harf diğerine karışıyor; k mi o, yoksa r?
Bir an odaklanıyorum, sonra her şey eğilip bükülüyor.
Sanki metalin yüzeyi nefes alıyor, kelimeler kaçıyor elimden.
Okumaya çalıştıkça bulanıklaşıyor, harfler birbirine çarpıyor,
ta ki hiçbir anlam kalmayana kadar.
Ne yazıyordu burada?
Boğazımda bir düğüm, başımda bir uğultu.
Elim titriyor, parmaklarımda o eski soğukluk.
Birden çakmağı kapatıyorum —
— “Yeter,” diyorum içimden, ama kime dediğimi bilmiyorum.

Bir süre öyle kalıyorum, nefes almayı unutmuş gibi.
Sonra pes ediyorum.
Çakmağı cebime koyup, arkamdaki köşeye geçiyorum.
Orası her zamanki gibi loş, güvenli, sessiz.
Oturuyorum. Ellerim dizlerimde, gözüm kalabalıkta.
Müzik yeniden yükseliyor, ışıklar dönüyor, yüzler geçiyor önümden.

Ben izliyorum sadece —
çakmağın üstündeki o ismi
ve hatırlayamadığım her şeyi düşünerek.

Re: RUNWAY

Gönderilme zamanı: Cmt Eki 25, 2025 1:47 pm
gönderen Leon Mavrokordatos
Konstantinapolis! Ne kadar olmuştu onun sokaklarında böyle amaçsızca dolaşmayalı? O tanıdık kendini annenin kucağına bırakmak hissi. Leon burada doğmamıştı, fakat bu şehrin adıyla büyümüş, ideallerinin en tepesine bu şehrin kurtuluşunu yerleştirmişti. Şimdi çok farklı bir pozisyonda da olsa, şehri kurtarmak için atanması kendisini gençliğindeki gibi hissettirmişti.

Kavuştuğu yalnızca Konstantinapolis değildi. Asıl özlemi sonunda dinmiş, ruhunun, bedeninin ve ölümsüzlüğünün sahibine, tek ve gerçek aşkına, Prenses'e geri dönmüştü. Dünyanın en şanslı adamı gibi hissediyordu kendini. Yeniden onun huzurunda olmak, onun eteklerini öpmek... Onun ağzından dökülen sözler Leon için en güzel şiirlerden de güzeldi. Konstantinapolis ve Prenses'in birbirlerini tamamladığını düşündü, dünyanın göz bebekleri, gerçek harikaları.

Bu harikaların huzurunda olmakla karşılaştırılamayacak olsa da, çeşitli dezavantajları da vardı buraya yeniden gelmenin. Onu hatırlayanlar ondan hala tiksiniyorlardı. Daha gençler ise eğer ismini duydularsa yalnızca tedirginlik ve korkuyla karşılıyorlardı onu. Bu şehirde 200 yıl diğer her yerden daha uzun bir süreydi, bu şehirde 200 yılda her şey değişebilirdi, öyle de olmuştu.

Bu akşam canını asıl sıkan Prens'in ondan istediğiydi. Atahan Çağlar. Onun hakkındaki gerçek fikirlerini kafasından bile geçirmeye cesaret edemedi. Ondan gelişi şerefine bir organizasyon düzenlemesini istemişti. Leon'un bundan hoşnut kalmayacağını biliyordu, belki sırf bu yüzden istiyordu bunu. Leon'un kanı mavi akardı. O, Prens ya da şehrin diğer sözde önemlileri gibi bu feodal düzenin içine gece dahil olmamıştı. Leon bu düzenin içinde, soylu birisi olarak doğmuştu, aynı Prenses gibi. Problem adabı muaşereti bilmemesi ya da kibarlığı becerememesi değildi, yalnızca bunu istemiyor oluşuydu. Leon hiçbirine saygı duymuyordu, hiçbirine karşı en ufak bir iyi duygu beslemiyordu. Kandaşların gerçek yüzlerini görmek için koca bir ömrü olmuştu. Bu kibar zerafetin altında saklanan canavarı en iyi o bilirdi. Yalnızca rol yapmayı, bir canavar değilmiş gibi davranmayı reddediyordu.

Öylesine ve düşündükçe daha da sinirlenip yürürken bir tabelaya rastladı. "RUNWAY" kapısında birkaç güvenlik dikiliyordu. İçeriye giren birkaç kişiyi gördü, bunların kendi türünden olduklarını fark etti. Hafızasını biraz zorlayınca burasının bir Elysium olduğunu hatırladı, kendisine verilen listede adı geçiyordu. Ama ne Elysium! Konstantinapolis'te saygınlığı olan hiçbir Kandaş buraya gelmez diye düşündü. Burası onun gözünde yalnızca bir çocuk parkıydı. Yine de merak etti, sanki bir şey onu buraya çekiyor gibiydi, içgüdülerine karşı gelmeyip yürüdü.

Kapıdaki güvenlikler bir anlığına onu durduracakmış gibi oldular fakat onları umursamayıp üzerlerine doğru hışımla yürüdüğünde kenara çekildiler. Bu gibi mekanlarda güvenlikler kimin önünden çekilmeleri gerektiğini bilecek kadar tecrübe kazanmış olurlardı. İçeriye girdi. Daha önce buna benzer yerlere girmişti, fazla genç işi. Gürültücü çocuklar burada oyunlarını oynar, hala kopamadıkları dünyevi zevkleri, uyuşturucuyu, sexi, müziği ve dansı sonuna kadar tadarlardı. Leon gençliğinde buna benzer zevklerden nasibini almadığını iddia edemezdi, hatta biraz da daha yakın zamanda, bunalımlı dönemlerinde...

Gözleri ona tarif edilen adamı aradı. "Sualp". Buranın Keeper'ı... Bugünlerde bu çok kolay kazanılan bir unvan olmuşa benziyordu. Adamın hikayesini biliyordu, raporları okumuştu, yine de onu kendi gözüyle görmek istedi. Başka şeylere dikkat etmeden adamı bulup ona doğru yürüdü. Acaba kendisini tanıyor muydu yoksa onun için yalnızca bir yabancı mıydı?

Takım elbisesi ve müziğe aldırmadan dimdik asker yürüyüşüyle bu mekanda oldukça dikkat çekiyor olmalıydı. Umursamadı. Adama yanaştı, elini uzattı. "Sualp? Anlat bakalım." Bağlam vermedi, bir sandalyeye kuruldu ve dinlemeye başladı.




Re: RUNWAY

Gönderilme zamanı: Cmt Eki 25, 2025 2:22 pm
gönderen Sualp

Kendini belli etti daha kapıdan girdiğinde.
O yürüyüş… O disiplin.
Runway’in ritmini bozacak kadar gergin, keskin, tanıdık bir gölge gibi.
Bir askerin adımlarının yankısı bile burada fazla yüksek gelir; çünkü biz, yere basmadan yaşayanlarız.
Ama o, her adımında toprağı kendine hatırlatıyor gibiydi.
Belki de unutmamıştı — belki de hiç kabullenmemişti.

Kapıdaki güvenliklerin duraksadığını fark ettim.
Normalde kimseyi öyle kolay içeri almazlar.
Ama bu adam…
Sanki geçmesi için kapılar kendiliğinden açıldı.
Bir anlığına müzik bile alttan kesildi — ya da bana öyle geldi.

Onu seyrederken kendime yakalandım.
Ne zamandır birini bu kadar dikkatle izlememiştim?
Mekânın uğultusu arka plana çekildi; sadece adımlarının yankısı vardı.
Işıklar soluk, duman ağırlaşmış, basın titreşimi boğulmuş gibiydi,
ve o, sadece duruşuyla odada bir boşluk dolduruyor gibiydi.
Karanlığın içinde bile varlığı, sessiz bir emir gibi hissettiriyordu.

Yaklaştı.
Gözlerimi ayırmadan baktım adama.
Bir yabancı gibi, ama aynı türden bir yabancı.
Elini uzattı,
ve sanki tokalaşmaya değil, dengeye davet ediyordu.
“Anlat bakalım,” dedi.
Tonunda buyruğun yerini alan bir sabırsızlık, sabrın yerini alan bir alışkanlık vardı.
Yıllarca emrettiği belli oluyordu.

Bir an, cevap vermek yerine sessiz kaldım.
Sözcükler dudaklarımın eşiğinde çözülüp dağıldı.
Runway’in duvarları bir kez daha nefes aldı —
ve ben onunla birlikte harflerin arasına sızdım.

“Anlatacak bir şeyim yok,” dedim, sesim müzikle karışırken biraz titrek ama kararlıydı.
Gözlerimi ondan ayırmadım; her çizgisini, her hareketini izledim.
“Burada ne olup bittiğini görmek istiyorsan… bak.
Runway’de her ışık, her gölge, her nefes bir hikâye anlatır.
Ben sadece dururum. İzlerim. Ritmi, düzeni, sessizliği.
Kim kiminle konuşuyor, kim kime güveniyor… hepsi burada okunur, sözlere gerek yok.”

Gözlerim hâlâ ona kilitli.
O sessizlikte bir tepki verir mi, yoksa kendi düşüncelerine mi gömülür… bekliyorum.
Her an, masadaki ışıkların titremesi gibi gerilim dalgalanıyor.
Çakmağım cebimde, ellerim dizlerimde, ama gözlerim hâlâ onda; sadece izliyorum ve bekliyorum.

Re: RUNWAY

Gönderilme zamanı: Pzr Eki 26, 2025 10:50 am
gönderen Leon Mavrokordatos
“Anlatacak bir şeyim yok. Burada ne olup bittiğini görmek istiyorsan… bak. Runway’de her ışık, her gölge, her nefes bir hikâye anlatır. Ben sadece dururum. İzlerim. Ritmi, düzeni, sessizliği. Kim kiminle konuşuyor, kim kime güveniyor… hepsi burada okunur, sözlere gerek yok." Malkavianlar diye düşündü, lanet olasıca Malkavianlar.

Leon yeraltının kabusları Nosferatulardan çekinmezdi. Ya da vakut tavırlarıyla Ventruelar onu korkutmazdı. Genç Anarchlar, bizzat Camarilla veyahut İstanbul'da varlıkları olmasa da Leon'un savaş meydanlarında sık sık karşılaştığı Sabbat. Leon Toreadorlar'ın eleştirilerini umursamaz, Banu Haqim'in bıçağından çekinmezdi. Fakat Malkavianlar... Kendisini bildi bileli onlardan uzak duruyordu. Deliliğin getirdiği bilinmezlik, ürkütücüydü.

Bu mekana uygun buldu adamı, yakıştırdı. Hatta başka bir şey olsa şaşardı! Müzik akmaya devam ederken bir süre sessiz kaldı. Etrafı izledi ve Malkavian'ın bahsettiği doğaüstülüğe bir anlığına inanmak istedi. Ritmi aradı, mekanın sakladığı hikayeleri. Fakat bulamadı. Genç kandaşlar ve sıkıcı hayatları. Tek gördüğü şey buydu. Dışarsının tehlikelerinden, buranın sanal güvenliğine sığınıyorlardı. Hayatın anlamsızlığının yarattığı o koca boşluğu dünyevi zevklerle doldurmaya çalışıyorlardı.

"Ne saçmalıyon amına koyayım?" Leon Mavrokordatos hem ölümlü hem de ölümsüz hayatında bir saray mensubu olarak eğitilmiş olabilirdi. Fakat çok uzun süredir savaşların, kanın, çamurun içinde, ağzı bozuk erkeklerin arasındaydı. Kişiliği bu yeni ortama alışmakta zorlanmamış, onu daha da kaba saba bir adam haline getirmişti. En azından kibarlıklara mecbur olmadığında. Yine de Keeper'a kendi mekanında saygısızca davranmak istemezdi. Herhangi bir önemi olduğundan değil, yalnızca gelenekler... Bu Keeper genç ve en azından türünün herhangi bir üyesi kadar deli gözüken bir Malkavian da olsa.

Aklına parlak bir fikir geldi. Mekanı şöyle bir alıcı gözüyle inceledi. Gülümsedi. Adama geri döndü, biraz daha bilgiye ihtiyacı vardı. "Her neyse işte. Anlat dedim, konuşmak istediğim mekan değil, sensin. Kimsin sen? Neyin nesisin? Nasıl oldu da bir Keeper oldun? Mekanda sıkıntı çıkartan oluyor mu? Ne iş yapıyon sen şimdi burda toplantı falan düzenliyor musunuz, anlat işte amına koyayım." İşte şimdi "Müfettiş" lakabına uyan bir şeyler yapıyor gibi hissetti, ağzı bozuk bir müfettiş.


Re: RUNWAY

Gönderilme zamanı: Pzr Eki 26, 2025 11:50 am
gönderen Ekim
Ön kapı girişinin aşşağı doğru içeri, ana salona doğru inen basamaklarından tuhaf ama saray yerlisi tarafından iyi tanınan şuursuz bir adam indi.
Üstünde ucuz, koyu kestane bir blazer ceket. Altında gri gömlek ve ceketi ile aynı tonda bir kıravat.
Dünyanın en ortalama görünen kombini. Maliyeden gelmiş memura benziyordu.

Ağır adımlarla içeri doğru geçti, bu yere yabancı değildi zaten. Rutin egzersiz gibi içeride süzülüyordu, etrafı umurunda değil gibiydi.
Ölümünden bile önce belli ki cesede benzeyen bu herifin yüzünden saf damıtma rezillik ve keder akıyordu.

Bozuk postürü ile yarı kambur şekilde iki kadının masasına belli ki davetli şekilde oturdu ve selamlaşmadan sigarasını yaktı ve tek çekimde yarısını bitirdi, kalanını dudağından düştü düşecek şekilde sarkıtarak tuttu.
Kadınlara sıfır aldırış ederek Sualpi ve Misafirini izlemeye başladı.

-- Bir yandan karşısında oturduğu kadınların muhabettine kulak kesiliyor bir yandan da sağırlaştırıcı müziğin içinden karşıdaki adamların konuştuklarını dinliyordu.

... arkasına yaslandı ve iç cebinden çıkardığı turuncu hap kutusundan bir avuç dolusu alıp yutkundu.
Artık her şey daha iyiydi.


Sadece malkavianlar için! ↓
MADNESS NETWORK

'' .... 𝔨ØŇ𝓾şΔ 𝓴όℕυşⒶ 𝐁i̇ⓉΜ𝕖ᗪi̇ Bi̇𝕥м𝕖𝓓i̇ мi̇? ᗷi̇𝕋ϻ𝔢Đi̇. ''
i̇şi̇Ⓜi̇ℤ ש𝒶𝓡


Ekim olduğundan daha ölü bir biçimde sabit duruyor; ana ilgi noktasını izliyordu.

Re: RUNWAY

Gönderilme zamanı: Pzr Eki 26, 2025 9:21 pm
gönderen Sualp
Sualp omzunu silkti, sanki adamın söyledikleri onu gerçekten ilgilendirmiyormuş gibi.
Yine de gözleri tembel bir dikkatle adama döndü.

“Kimsin, neyin nesisin diyorsun…”
[Alaycı bir tebessümle başını hafif yana eğer.]
“Ben Sualp. buranın Ev sahibiyim. Yani bu yerin hikâyelerini unutmamasını sağlayan adam.
Büyük bir unvan sanma — sadece ışıklar sönmesin, müzik durmasın, kimse kimsenin kanını dans pistine dökmesin diye buradayım.”


Bir kadeh aldı, içindeki sıvıyı biraz çevirdi, sanki onunla ilgileniyormuş gibi yaptı.

“Nasıl oldum diyorsun, Keeper falan…”
[Omzunu yine silkti.]
“Bazıları görevlendirildiğimi söyler.
Ama ben sadece bir gece fazla kaldım burada. Geri dönemedim.
Bazen işler böyle yürür.”

Biraz eğilerek Adama doğru yaklaştı, sesi rahat ama iğneleyici bir tona dönüştü.

“Mekanda sıkıntı çıkartan olur mu?”
“Olur tabii. Her yerde olur.
Ama burası Elysium.
Kavga etmeye cesaret edenler, çıkış kapısını görmeden önce pişman olurlar.
Çünkü Prens’in gözü bazen doğrudan buradadır — ya da öyle sanırlar.
İnanç da cezadan beter şeydir.

MADNESS NETWORK
“.... 𝔨ØŇ𝓾şΔ 𝓴όℕυşⒶ 𝐁i̇ⓉΜ𝕖ᗪi̇ Bi̇𝕥м𝕖𝓓i̇ мi̇? ᗷi̇𝕋ϻ𝔢Đi̇. i̇şi̇Ⓜi̇ℤ ש𝒶𝓡.”

Sualp’in gözleri bir anlığına parladı, sonra müzikteki bir ritimle aynı anda başını kaldırdı.
Kalabalığın içinden mesajın sahibini buldu — Ekim’i.
Sol kaşının üstünden iki parmağını kaldırıp kısa bir selam çaktı.
Sualp, sanki o an hiç yaşanmamış gibi adama döndü.

Bir an durdu, eliyle barın bir köşesini işaret etti, göz ucuyla etrafı süzdü.

“Toplantı falan düzenliyor musun, diye sordun ya…
“Olur tabii. Ama o zaman burası bambaşka bir yer olur. Mekan tanınmaz hâle gelir; ciddiyet öyle bir yoğunlaşır ki, normal zamanın kaosu tamamen silinir.
Sıkıcı mı? Tabii ki hayır. Aksine sürükleyici olur. Bazen adeta bir hayatta kalma mücadelesi gibidir.
Kim neyi, kime ve nasıl söyleyecek, kim nerede duracak… hepsi önemlidir.
Bana önceden kuş uçurulur, kim geleceğini, ne zaman geleceğini bilirim. Ona göre mekanı hazırlarım; ışıklar, masalar, güvenlik… Her şey yerli yerinde olmalı.”

Gülümsemesi geri geldi; bu defa karşısındaki adama biraz daha dikkatle baktı.

Bir yudum aldı, bardaktaki sıvıyı dilinde çevirdi.
Kısacası…
Ben burada hikâyeleri dinlerim.
Seninkini de dinliyorum, ama sen pek hikaye anlatmaya gelmiş biri gibi değilsin. Daha çok bir talebin var gibi, ve onu dinliyorum.”


Re: RUNWAY

Gönderilme zamanı: Pzt Eki 27, 2025 12:36 pm
gönderen Leon Mavrokordatos
“Ben Sualp. buranın Ev sahibiyim. Yani bu yerin hikâyelerini unutmamasını sağlayan adam. Büyük bir unvan sanma — sadece ışıklar sönmesin, müzik durmasın, kimse kimsenin kanını dans pistine dökmesin diye buradayım. Nasıl oldum diyorsun, Keeper falan… Bazıları görevlendirildiğimi söyler. Ama ben sadece bir gece fazla kaldım burada. Geri dönemedim. Bazen işler böyle yürür. Olur tabii. Her yerde olur. Ama burası Elysium. Kavga etmeye cesaret edenler, çıkış kapısını görmeden önce pişman olurlar. Çünkü Prens’in gözü bazen doğrudan buradadır — ya da öyle sanırlar. İnanç da cezadan beter şeydir. Olur tabii. Ama o zaman burası bambaşka bir yer olur. Mekan tanınmaz hâle gelir; ciddiyet öyle bir yoğunlaşır ki, normal zamanın kaosu tamamen silinir. Sıkıcı mı? Tabii ki hayır. Aksine sürükleyici olur. Bazen adeta bir hayatta kalma mücadelesi gibidir. Kim neyi, kime ve nasıl söyleyecek, kim nerede duracak… hepsi önemlidir. Bana önceden kuş uçurulur, kim geleceğini, ne zaman geleceğini bilirim. Ona göre mekanı hazırlarım; ışıklar, masalar, güvenlik… Her şey yerli yerinde olmalı. Kısacası… Ben burada hikâyeleri dinlerim. Seninkini de dinliyorum, ama sen pek hikaye anlatmaya gelmiş biri gibi değilsin. Daha çok bir talebin var gibi, ve onu dinliyorum.”

Bir Malkavian'ın rutin saçmalaması karşısında sıkıntıyla iç geçirdi. Gerçeği biliyordu. Bu adamın burayı elde etmek için ne bok yediğini. Bir Malkavian için bile aşağılık bir adamdı. Şehir böyle adamlarla doluydu işte, bu adamlar da süslü cümlelerle. Söylediklerine kendi de inanıyor mu diye merak etti. Eğer Malkavian olmasaydı bunun yalnızca bir aldatmaca, bir masal olduğunu düşünürdü. Fakat konu Malkavianlarken bunu bilmek imkansızdı. Onların çatlak zihinlerinin içinden neler geçtiğini anlamak Leon'un niteliklerini aşıyordu.

İçeriye giren bir adam Leon'un dikkatini çekti. Ekim. Onu tanıyordu, Prensin maiyetindendi. Prens'in çöplerinden beslenen iğrenç sineklerden bir diğeri. Şehirdeki kanı güçsüz akanları avlamakla görevliydi. Ona bu rütbeyi kazandıranın nitelikleri olmadığı barizdi, fakat Prens ona güveniyor gibiydi, her nedense artık. Court'un en umursanmayan üyesiydi Ekim, pek fazla göze batmaz, kimsenin ayağının altında dolaşmazdı. Prensle ilişkilerinin doğası şehirde öğrenmek istediği milyon sırdan bir tanesiydi.

Ekim'in burada ne aradığını merak etti. Burası Ekim için bile kalitesiz bir mekandı. Sarayın bir üyesi olarak çok daha iyi yerlere davetiye bulabiliyor olmalıydı, yine de burayı tercih etmişti. Diğer çatlakla da tanışıyorlarmış gibi bir hisse kapıldı, aralarındaki sözsüz anlaşmayı vücut dilleri saklamıyordu. Belki de thin-bloodları arıyordu böyle izbe bir yerde, belki de yalnızca kendisi gibi saraydan ve entrika dolu hayatlarından kaçıyordu. Cihaddan gerçek anlamda kaçmak mümkün değildi, fakat biraz da olsa uzak durulabilirdi.

Ekim başka bir yere oturduğunda duyacağından emin olduğu bir şekilde seslendi. "Ekim Bey." Bu adam ne kadar önemsiz olursa olsun, sarayın bir parçasıydı. Aynı kaçık Malkavian kanını taşısa da, ona Sualp'e davrandığı gibi davranamazdı. "Buyrun lütfen, masama şeref vermiş olursunuz!" Birbiriyle karşılaşan iki maiyet üyesi ne yaparsa onu yaptı, oyuna başladı.